Saturday, April 6, 2019






Thonet   (1924- ...)


ESKİ BİR SANDALYEDEN ANILAR

Bazı öyle eşyalar vardır ki içinde yer aldığı eski ailenin kişileriyle bütünleşmiştir. Onlara üç nesil boyu hizmet vermek ağır gelmemiştir. Ben onlardan biriyim.
Aslında şanslıydım. Yapıldığım ülkenin atölyesindeki ustalar bana ve arkadaşlarıma özen gösteriyorlardı. Tabiattan gelen ağaçlara form verilmesi, birleştirilmesi, cilalanması, tabliyelerinin hazeranlanması özenle yapılıyordu. Bize ‘Thonet’ ismini uygun bulmuşlardı.
Dünyanın her yanından talep geliyor ve ihraç ediliyorduk.
Ben 1923 yılında İstanbul’a gönderildim.
1924 senesinin Ağustos ayının ikinci haftasıydı. Çağdaş giyimli bir erkek ile yine öyle görünen genç bir kızdan oluşan çift tanıma geldiler ve beni incelediler. Sonra başka modellere bakmadan gittiler. Ertesi gün ben ve 11 arkadaşımla birlikte Beyazıt’ta üç katlı ahşap fakat elektrikli, bahçeli büyük sayılabilecek bir eve gönderildik. Artık orada kurulacak yeni ailenin bir üyesiydim.
20 Ağustos 1924 günü o dönemin geleneklerine göre imam geldi aile erkeklerinin şahitliği ile Mustafa Bey ile Ayşe hanım eş ilan edildiler. Ben ve arkadaşlarım da böyle sade bir tören ile kurulan yeni yuvada yerimi aldım. Yemek işini Beyazıt’taki bir lokantaya abone olarak, bulaşık ve temizlik işleri için ise yardımcı Hanife hanımı işe alarak bu yeni ve  sevecen ailenin gündelik sorunlarını Mustafa Bey bir mühendis olarak çözmüştü. Zira Ayşe Hanım çalışan bir öğretmendi, kalabalık bir ailesi vardı. Öğretmen okulunda yatılı okumuştu. Ev işlerini bilmiyordu. Mustafa Bey ise yurt dışında okumuş mühendis olarak dönmüş, sanayi dalında ders veriyor Belediyede önemli konularda danışman olarak görev alıyordu.
Yemekler lokantadan gönderilen listeden seçiliyordu. Yemeklerin lezzetinde alışılan damak tadına bir türlü ulaşılamıyordu. Ayşe Hanım evlilikten kısa bir süre sonra yemeklerin adını bile duymaz hale gelmişti. Miğde bulantıları yaşıyor odasında istirahat ediyordu. Okulu bırakmak zorunda kaldı. Evde misafir kalan genç ile Hanife Hanım’dan başka kimse kalmamıştı.
Mustafa Bey görevli olarak dış ülkelerde araştırmalar yapıyordu. Sık sık mektuplar gönderiyordu. Ayşe Hanım’ın ailesini de tanıdım. Kız kardeşleri de öğretmen olmuşlardı. Küçükler lisedeydiler. Anneleri de kızını yoklamaya geliyordu. Fakat yaşam eski canlılığını kaybetmişti. Ben Mustafa Bey’in arada sırada gelen kız kardeşlerini ve ailelerini de tanıdım. Hepsi birbiriyle anlaşan kalabalık bir aile grubu oluşturmuşlardı. Ayşe Hanım’ın hastalığı birkaç ay sürdükten sonra yavaş yavaş geçti odasından çıktı aşağı indi. Sofralar kurulmaya başlandı. Mustafa Bey seyahatten döndü. Ekim ayı gelmişti.
Evde telaş vardı. Doktor Beyin ziyareti sıklaşmıştı. Nihayet Ekim Ayının sekizi olmuştu. Doktor Beyin işareti üzerine, hazır bekleyen hanımlar gerekli yardımları yapmışlar ve gece yarısını takiben dokuz Ekim gününün müjdesi olan bir kız bebek temizlenip giydiriliyordu. Doktor gözlerine 3 damla limon suyu damlatıyordu.
Ailenin ilk bebeği heyecanla bekleyen babasının kucağına veriliyor, Hanife Hanım’ın deyimiyle ‘Babiş’ aileye katılışı büyük ilgi topluyordu. Dolayısı ile kalabalık ve sevecen bir ailenin diğer kişilerini tanıdım. Anneanne, teyzeler, halalar, kuzenler, dayı ve enişteler. Bana ve arkadaşlarıma görev düşüyordu.
Babiş doğalı üç ay olmuştu ki Ayşe hanım yeni bir bebek beklediğini fark etmiş. Ama Babiş’te çektiği sıkıntılar gibi zorluklar yoktu. Babiş’ten tam bir yıl 3 gün sonra 12 Ekim 1927’de ‘Aliş’ bebek aynı aynı koşullar ve heyecanla aileye katıldı. ‘Aliş’ anneye çok düşkündü. Babiş’in sakin ve düzenli bir yaşamı var, kardeşiyle ikiz gibi büyüyorlar.
Babiş dokuz aylıktı. Mustafa Bey bana güvendi Babiş’i oturttu ve bahçede fotoğrafımızı çekti. Mustafa Bey bana yandan ilkişmiş. Halde ayakta durmaya başlayan kızını korumaya almak için sarılırken çekilmiş resimleri olmalı. Onlar benim de varlığımın belgeleri. Zira hep beraber yaş aldık. Birbirimizden kopmadık. Sağlık durumlarını korumak üzere doktor önerisiyle gidilen yazlıklarda bir şey değişmezdi. Ailem neredeyse ben de oradaydım.Çünkü misafirler çok olur, çamların altına kurulan uzun masaların çevresi konuklarla dolar şen kahkalar atılırdı.
Babiş’le Aliş büyüdüler. Okul dönemleri başladı. Aliş yabancı okulda okudu. Sonra Mimar oldu. Üniversitede projelerini çizerken geçen uzun saatler masasının başında onunla beraberdik. Ailenin ikinci neslinin büyümelerine tanık olmuştuk. İki kardeş de resim yapmayı severdi. Seyahatlerinden dönen babaları suluboyalar fırçalar getirirdi.
Göerevlerinde başarı ile yükselen Mustafa Bey. Eğitim alanında verdiği derslere hiç ara vermiyordu. Aile ortamında manevi koruyuculuğunu sürdürecek ölçüde toplu bir ev yaptırdı.
Aile topluluğu ve hepimiz yeni evimize taşındık.
Yerleşmemiz zaman aldı. Fakat yeni gelen sandalyaların yanında küçük görülmedik. Onların görevi başka yerleri ayrıydı. Aileden biri olma duygum devam edecekti.
Babiş yuva kuruyor, eşi de bir mühendis. Babiş aile bağını koparmadı. Yakında aileme hizmet vereceğim üçüncü neslin geleceğini öğrendim.
Babiş bebeği beklerken son iki ayını burada geçirdi. Rahatsızdı. 1955 senesi sonunda bir oğlu oldu. Hastaneden evine çıkınca ilgi odağı oldular. Aliş ise yabancı ülkede çalışıyordu. Bütün aile iyiydi. Bebek altı aylıktı. Babiş hep beraber yazlığa gitmeyi önerdi. Yer bulundu hazırlıklar başlamışken Mustafa Bey kalp krizi geçirdi  aramızdan ayrılması büyük kayıp oldu. Yazlığa gitme programı bir yıl sonraya kaldı.
1958 yılı başında Babiş’in ikinci oğlu dünyaya geldi. Artık ailenin üç nesli hep beraberdik. İster baba evi olsun, ister yazlık, Ayşe Hanım ve kardeşleri Babiş’in ailesi ile bir bütün olmuşlardı.
Ben ve Asiye Hanım onlarla olmaktan hoşnuttuk. Torunlarımız büyürken yaptıklarını izlemek ilginçti.
Zaman çabuk geçiyordu. Aliş de yurda dönmüş ve evlenmişti. Yazlıkta birleşmek eski günleri hatırlatıyordu. Şimdi ise Babiş’in oğulları okullu olmuşlardı. Yakında meslek sahibi olacaklardı. Aliş’in oğlu ve kızı daha küçüktüler. Fakat oğlu okula başlamıştı. Ailenin ilk üyelerinden olan ben, Ayşe hanım ve kardeşleri yaş alıyorduk. Ama dinç sayılırdık. Babiş resim yapmaya devam ediyordu. Büyük oğlu genç yaşta yuvasını kurdu. İki kızı oldu. Babiş artık babaanneydi. Küçük oğlu da üniversitenin sonunda kız evlat sahibi oldu. Ailenin dördüncü kuşağını da tanımış oldum.
Babiş’in üç kız torunu ve Aliş’in bir kız bir oğlan torunu olduğunu biliyorum.
Benim katıldığım ailenin kişileri hem akıllı hem de iyi ve yararlı kişilerdi. O döneme ait kişileri rahmetle hatırlıyorum. Ailenin ilk nesil büyükleri Ayşe Hanım ve kardeşleri uzun sayılan ömürlerini acı çekmeden sona erdirmiş oldular.
Torunları sevdiler yardımcıları hayırlı anılarla andılar. Genç yaşta vefat eden Hanife Hanımı unutmadılar. Çok emeği geçen Şayan Anne, güzel yemekleri ile uzun yıllar bütün aileyi ve misafirleri ağırlayan güler yüzlü Asiye Hanım rahmetle anıldı.
Ben itelenmedim. Ben o aileden biriydim. Zamanın etkisi ile bazı sağlık sorunları yüzünden yıpranmalar olmuştu. Ben 1924’ten beri hizmet ediyorum.
Aliş’le eşi az ara ile üç yıl önce vefat ettiler. Babiş şimdi 93 yaşında. Beş sene önce iyice azalan görme yetisi üzerine ani bir kararla bakım evine geçti. Evlatlarının bütün ilgisi ve özel hemşiresi Altın Hanımın gösterdiği özenle kendisini iyi hissediyor.
En önemlisi ikinci oğlunun Amerika’dan getirdiği elektronik bir ekranla okuyup yazabiliyor.
Babiş evinden çıkarken bütün eski eşyalarını geride bırakmıştı. Ben de onlar arasındaydım. Karar oğullarınındı. Eski eşyalara ve aile anılarına meraklı olan küçük oğlu bütün emekleri ve masrafları göze aldı. Hepimiz elden geçirildik.
Ve Amerika’daki evine yollandık. Şimdi ben Amerika’da Babiş’in küçük oğlunun evinde huzur içindeyim. Eşi bizlere özen gösteren, Babiş’in kızı kadar sevdiği gelininin de bize verdiği değer hepimizi mutlu etti.

Thonet’in ağzından 2 Nisan 2019 tarihinde Ressam Nihal Erem tarafından kaleme alınmıştır.


.