Thonet (1924- ...)
ESKİ BİR SANDALYEDEN ANILAR
Bazı öyle eşyalar
vardır ki içinde yer aldığı eski ailenin kişileriyle bütünleşmiştir. Onlara üç
nesil boyu hizmet vermek ağır gelmemiştir. Ben onlardan biriyim.
Aslında
şanslıydım. Yapıldığım ülkenin atölyesindeki ustalar bana ve arkadaşlarıma özen
gösteriyorlardı. Tabiattan gelen ağaçlara form verilmesi, birleştirilmesi,
cilalanması, tabliyelerinin hazeranlanması özenle yapılıyordu. Bize ‘Thonet’
ismini uygun bulmuşlardı.
Dünyanın her
yanından talep geliyor ve ihraç ediliyorduk.
Ben 1923 yılında
İstanbul’a gönderildim.
1924 senesinin
Ağustos ayının ikinci haftasıydı. Çağdaş giyimli bir erkek ile yine öyle
görünen genç bir kızdan oluşan çift tanıma geldiler ve beni incelediler. Sonra
başka modellere bakmadan gittiler. Ertesi gün ben ve 11 arkadaşımla birlikte
Beyazıt’ta üç katlı ahşap fakat elektrikli, bahçeli büyük sayılabilecek bir eve
gönderildik. Artık orada kurulacak yeni ailenin bir üyesiydim.
20 Ağustos 1924
günü o dönemin geleneklerine göre imam geldi aile erkeklerinin şahitliği ile
Mustafa Bey ile Ayşe hanım eş ilan edildiler. Ben ve arkadaşlarım da böyle sade
bir tören ile kurulan yeni yuvada yerimi aldım. Yemek işini Beyazıt’taki bir
lokantaya abone olarak, bulaşık ve temizlik işleri için ise yardımcı Hanife
hanımı işe alarak bu yeni ve sevecen
ailenin gündelik sorunlarını Mustafa Bey bir mühendis olarak çözmüştü. Zira
Ayşe Hanım çalışan bir öğretmendi, kalabalık bir ailesi vardı. Öğretmen
okulunda yatılı okumuştu. Ev işlerini bilmiyordu. Mustafa Bey ise yurt dışında
okumuş mühendis olarak dönmüş, sanayi dalında ders veriyor Belediyede önemli
konularda danışman olarak görev alıyordu.
Yemekler lokantadan
gönderilen listeden seçiliyordu. Yemeklerin lezzetinde alışılan damak tadına
bir türlü ulaşılamıyordu. Ayşe Hanım evlilikten kısa bir süre sonra yemeklerin
adını bile duymaz hale gelmişti. Miğde bulantıları yaşıyor odasında istirahat
ediyordu. Okulu bırakmak zorunda kaldı. Evde misafir kalan genç ile Hanife
Hanım’dan başka kimse kalmamıştı.
Mustafa Bey
görevli olarak dış ülkelerde araştırmalar yapıyordu. Sık sık mektuplar
gönderiyordu. Ayşe Hanım’ın ailesini de tanıdım. Kız kardeşleri de öğretmen
olmuşlardı. Küçükler lisedeydiler. Anneleri de kızını yoklamaya geliyordu.
Fakat yaşam eski canlılığını kaybetmişti. Ben Mustafa Bey’in arada sırada gelen
kız kardeşlerini ve ailelerini de tanıdım. Hepsi birbiriyle anlaşan kalabalık
bir aile grubu oluşturmuşlardı. Ayşe Hanım’ın hastalığı birkaç ay sürdükten
sonra yavaş yavaş geçti odasından çıktı aşağı indi. Sofralar kurulmaya
başlandı. Mustafa Bey seyahatten döndü. Ekim ayı gelmişti.
Evde telaş vardı.
Doktor Beyin ziyareti sıklaşmıştı. Nihayet Ekim Ayının sekizi olmuştu. Doktor
Beyin işareti üzerine, hazır bekleyen hanımlar gerekli yardımları yapmışlar ve
gece yarısını takiben dokuz Ekim gününün müjdesi olan bir kız bebek temizlenip
giydiriliyordu. Doktor gözlerine 3 damla limon suyu damlatıyordu.
Ailenin ilk
bebeği heyecanla bekleyen babasının kucağına veriliyor, Hanife Hanım’ın
deyimiyle ‘Babiş’ aileye katılışı büyük ilgi topluyordu. Dolayısı ile kalabalık
ve sevecen bir ailenin diğer kişilerini tanıdım. Anneanne, teyzeler, halalar,
kuzenler, dayı ve enişteler. Bana ve arkadaşlarıma görev düşüyordu.
Babiş doğalı üç
ay olmuştu ki Ayşe hanım yeni bir bebek beklediğini fark etmiş. Ama Babiş’te
çektiği sıkıntılar gibi zorluklar yoktu. Babiş’ten tam bir yıl 3 gün sonra 12
Ekim 1927’de ‘Aliş’ bebek aynı aynı koşullar ve heyecanla aileye katıldı. ‘Aliş’
anneye çok düşkündü. Babiş’in sakin ve düzenli bir yaşamı var, kardeşiyle ikiz
gibi büyüyorlar.
Babiş dokuz
aylıktı. Mustafa Bey bana güvendi Babiş’i oturttu ve bahçede fotoğrafımızı
çekti. Mustafa Bey bana yandan ilkişmiş. Halde ayakta durmaya başlayan kızını
korumaya almak için sarılırken çekilmiş resimleri olmalı. Onlar benim de
varlığımın belgeleri. Zira hep beraber yaş aldık. Birbirimizden kopmadık.
Sağlık durumlarını korumak üzere doktor önerisiyle gidilen yazlıklarda bir şey
değişmezdi. Ailem neredeyse ben de oradaydım.Çünkü misafirler çok olur,
çamların altına kurulan uzun masaların çevresi konuklarla dolar şen kahkalar
atılırdı.
Babiş’le Aliş
büyüdüler. Okul dönemleri başladı. Aliş yabancı okulda okudu. Sonra Mimar oldu.
Üniversitede projelerini çizerken geçen uzun saatler masasının başında onunla
beraberdik. Ailenin ikinci neslinin büyümelerine tanık olmuştuk. İki kardeş de
resim yapmayı severdi. Seyahatlerinden dönen babaları suluboyalar fırçalar getirirdi.
Göerevlerinde
başarı ile yükselen Mustafa Bey. Eğitim alanında verdiği derslere hiç ara
vermiyordu. Aile ortamında manevi koruyuculuğunu sürdürecek ölçüde toplu bir ev
yaptırdı.
Aile topluluğu ve
hepimiz yeni evimize taşındık.
Yerleşmemiz zaman
aldı. Fakat yeni gelen sandalyaların yanında küçük görülmedik. Onların görevi
başka yerleri ayrıydı. Aileden biri olma duygum devam edecekti.
Babiş yuva
kuruyor, eşi de bir mühendis. Babiş aile bağını koparmadı. Yakında aileme
hizmet vereceğim üçüncü neslin geleceğini öğrendim.
Babiş bebeği
beklerken son iki ayını burada geçirdi. Rahatsızdı. 1955 senesi sonunda bir
oğlu oldu. Hastaneden evine çıkınca ilgi odağı oldular. Aliş ise yabancı ülkede
çalışıyordu. Bütün aile iyiydi. Bebek altı aylıktı. Babiş hep beraber yazlığa
gitmeyi önerdi. Yer bulundu hazırlıklar başlamışken Mustafa Bey kalp krizi
geçirdi aramızdan ayrılması büyük kayıp
oldu. Yazlığa gitme programı bir yıl sonraya kaldı.
1958 yılı başında
Babiş’in ikinci oğlu dünyaya geldi. Artık ailenin üç nesli hep beraberdik. İster
baba evi olsun, ister yazlık, Ayşe Hanım ve kardeşleri Babiş’in ailesi ile bir
bütün olmuşlardı.
Ben ve Asiye Hanım
onlarla olmaktan hoşnuttuk. Torunlarımız büyürken yaptıklarını izlemek
ilginçti.
Zaman çabuk
geçiyordu. Aliş de yurda dönmüş ve evlenmişti. Yazlıkta birleşmek eski günleri
hatırlatıyordu. Şimdi ise Babiş’in oğulları okullu olmuşlardı. Yakında meslek
sahibi olacaklardı. Aliş’in oğlu ve kızı daha küçüktüler. Fakat oğlu okula
başlamıştı. Ailenin ilk üyelerinden olan ben, Ayşe hanım ve kardeşleri yaş
alıyorduk. Ama dinç sayılırdık. Babiş resim yapmaya devam ediyordu. Büyük oğlu
genç yaşta yuvasını kurdu. İki kızı oldu. Babiş artık babaanneydi. Küçük oğlu
da üniversitenin sonunda kız evlat sahibi oldu. Ailenin dördüncü kuşağını da
tanımış oldum.
Babiş’in üç kız
torunu ve Aliş’in bir kız bir oğlan torunu olduğunu biliyorum.
Benim katıldığım
ailenin kişileri hem akıllı hem de iyi ve yararlı kişilerdi. O döneme ait
kişileri rahmetle hatırlıyorum. Ailenin ilk nesil büyükleri Ayşe Hanım ve
kardeşleri uzun sayılan ömürlerini acı çekmeden sona erdirmiş oldular.
Torunları
sevdiler yardımcıları hayırlı anılarla andılar. Genç yaşta vefat eden Hanife
Hanımı unutmadılar. Çok emeği geçen Şayan Anne, güzel yemekleri ile uzun yıllar
bütün aileyi ve misafirleri ağırlayan güler yüzlü Asiye Hanım rahmetle anıldı.
Ben itelenmedim.
Ben o aileden biriydim. Zamanın etkisi ile bazı sağlık sorunları yüzünden
yıpranmalar olmuştu. Ben 1924’ten beri hizmet ediyorum.
Aliş’le eşi az ara
ile üç yıl önce vefat ettiler. Babiş şimdi 93 yaşında. Beş sene önce iyice
azalan görme yetisi üzerine ani bir kararla bakım evine geçti. Evlatlarının
bütün ilgisi ve özel hemşiresi Altın Hanımın gösterdiği özenle kendisini iyi
hissediyor.
En önemlisi
ikinci oğlunun Amerika’dan getirdiği elektronik bir ekranla okuyup yazabiliyor.
Babiş evinden
çıkarken bütün eski eşyalarını geride bırakmıştı. Ben de onlar arasındaydım.
Karar oğullarınındı. Eski eşyalara ve aile anılarına meraklı olan küçük oğlu
bütün emekleri ve masrafları göze aldı. Hepimiz elden geçirildik.
Ve Amerika’daki
evine yollandık. Şimdi ben Amerika’da Babiş’in küçük oğlunun evinde huzur
içindeyim. Eşi bizlere özen gösteren, Babiş’in kızı kadar sevdiği gelininin de bize
verdiği değer hepimizi mutlu etti.
Thonet’in ağzından
2 Nisan 2019 tarihinde Ressam Nihal Erem tarafından kaleme alınmıştır.
.