Friday, March 23, 2018


UMUT


Genellikle yılbaşına yakın tarihlerde, milli bayramlarda ve özel günlerde piyango  biletlerinin en büyük ikramiyelerinin yükseltildiği reklamı yapılır. Bayilerin önündeki kuyruk uzadıkça uzar ara sokakta karşınıza çıkan gezici bayi elinde kalan sın birkaç bileti size uzatır. “Şansınızı kaçırmayı” diye umut verir. Lakin ay sonudur. Cebinizdeki para kısıtlıdır. Sırasını bekleyen önemli ihtiyaçlar da varken “Geçen sene de gördüğün 8’li-22’li rüya boşa çıkmıştı.” Uyarısı olurken eliniz cüzdanınıza gider. Çünkü (Umut) tükenmeyen bir hazinedir. Onun etkisi her konuda hissedilir.

Çekilişe daha üç gün vardır. Büyük ikramiyenin hayali ile yapmak istediklerinizi zihninizde sıralarsınız. Bazen o sırayı değiştirip oyalanırsınız. 1990’larda (10 TL küçük sayılmazdı).
Bir lira değerliydi kazanmanız gerçek olsa, ne yapacağınızı soran gazeteciler vereceğiniz yanıt ”bilmiyorum!...”da olabilir veya bir süre sonra “Eski sade hayatınızın değerlerini özlediğinizi” söyleyebilirsiniz. Çünkü umut her zaman ileriye dönüktür. (Geçmiş) yaşanmıştır. Bilinir. Değiştirme şansı yoktur. Oysa umut iyilik beklentisidir. Umutta; Dilek, merak, sabır, inanç ve güven vardır. İnsanlar umudu bu kavramlar dolayısıyla dayanılacak sağlam bir ağaç dalı gibidir.

Sahip olmak istediğimiz şey veya iş için önce çalışıp hazır olmak, sonra başvuruda bulunmak, sonucu merak ederken sabır etmek, inanca güvenerek beklemek gerekiyor.

Bazen sevilen bir kişinin sağlığına kavuşması için yapılan samimi bir dua ilaçlardan daha etkili olabiliyor. Kişisel umutlar dışında, çözülmesi umutla beklenen toplum problemleri var. Bekleyenlerin sayısı arttıkça umut da çoğalıyor. Çözümü bulacak kimselerin birlikte çalışmaları olasılığı ortaya çıkıyor.


Bu çünkü dünya koşullarında, ne yazık ki birçok eski dostluk kavramı yok edildi. Onların yerini, cinayet, kan dökmek, terör ve fena olaylar aldı. Üzüntü yangın oldu. Ama çoğunluğun yüreğinden taşan umut, güzel günlerin geri döneceğini müjdeliyor.

GÜVEN


Güven duygusu doğmakla başlayan bir olgu. Bebek bilinçsizce, anneye bağlanır.

Anne ise evladını güvenlik içinde yetiştirmek üzere özveride bulunuyor. Çünkü yaşam önemli. Zira doğa kanunları hayatın devamlılığı ilkesine göre kurulmuş. Bu yüzden insanlar içgüdüsel olarak, dünyada kalmak isteğiyle doğuyorlar. Bu arzuyu desteklemek amacıyla, onlara akıl zeka, öngörü, yetenek gibi üstün nitelikli duygular verilmiş. Ayrıca insanların bedenleri kadar ruhsal yaşamları da önemli.

Varlığın devamını sağlayan enerji ve aktiviteler gibi faktörlere bağlı. Her birey geliştikçe kendine özgü kişiliği de beliriyor. Lakin bu kavramlar herkese eşit olarak dağıtılmamış.
Bazı kişiler daha durgun ve çekingen oluyorlar. Onlar için ilk adımı atmak zor oluyor. Başaramamak endişesiyle gerişimde bulunamıyorlar. Kendine güvenmemenin nedenleri bilgisizlik, yasal sorunlar veya maddi sıkıntılar da olabiliyor. Fakat o gibi engeller eğitimle ya da sosyal yardımla önlenebiliyor. Ama bazen asıl neden tembellik oluyor.

Ahlak kurallarından olan, güvenilir olmak her konuda geçerlidir. Kendinden kuşku duyanlar başkalarını da öyle sanıp çekingen davranıyorlar. Böylece toplumun güven kavramı yok edilirse bütün kurulu düzen zarar görüyor. Bu şekilde kavramlara bilime ters düşmüş nice kavim tarihten silinip unutuluyor. Ancak gerideki bazı kalıntılardan onların yaşadığı çağın kültürü hakkında bilgi veriyor. O dönemin yaşantısı bugüne kadar hangi evrelerden geçildiğini gösteriyor.

Beyin sayesinde, akıl kişilere en çok hangi konulara yatkın olduklarını algılatıp yönlendiriyor.

Konular çok çeşitli, her biri kendi içinde bile bölümlere ayrılıyor.

Sanat dalları da estetiğe ağırlık verirken ruha da hitap ediyorlar.

Sanatçılar dan yazarlar, konu seçimi bakımından çok geniş bir alana sahipler. Müzisyenle kulak, gözle resim, el ile heykel mümkün olan konularda birleşiyorlar.

Kitap okuyucusunun beynine, müzisyen dinleyicisinin kulağına, ressam – heykeltıraş, seyredenlerin zevkine güvenerek çalışmaları gereklidir. İnsanların öz güvenindeki dayanaklarından diğeri de çevre ile inançlarıdır. Aslında bu konular sadece bireylerin vicdanlarının sınırı içinde kalmak koşuluyla yasalara uymalı ve özgür yorumculara güvenerek eser bırakılmalı.  Sonra çevreyi aydınlatıp hoşgörü kavramı yaymalıdır. Böyle olumsuz durumlar varsa. Başarılı olmaya endişesiyle özgüvenin azalması normal sayılabilir. Fakat çağımızda sosyal ortamlarda güvenlik sorunları var. Kimse birbirine güven duymuyor. Ne yazık ki en uygar ülkeler de bile kazanç yolu silah üretimi ve ticareti. Uyuşturucu kullanımı ile terör alıp başını giderken gençleri de alıp götürüyor.

Ahlak düşüklüğü iğrenç seviyede. Çocuklara yapılan istismar korkunç. Artık örtbas edilemiyor. Meclise gelecek. Kıskançlık cinayetleri kin, öfke, hırsızlık para uğruna hile…

Ey dünya bu gidiş nereye
Analar, kadınlar verin el ele
Yazık oluyor hepimize
Analar, kadınlar;
El ele vererek bağırın var gücünüzle, Hakkınızı arayın ve alın.


KAZA


Beklenmedik ama olağan bir durum olmasına rağmen çok tekrarlanan kazalar, bir toplumun aynasıdır.
Davranışlardaki özensizliği gösterir.
Çeşitli şekilde medyana gelen kazalar insan sorumsuzluğunun da payı bir gerçek.
Günlük yaşamda hafif atlatılan kazaların çoğu yapanın kendi dikkatsizliği sonucu oluyor. Önem verilmiyor. Unutulup gidiyor. Oysa düşmeler yanmalar, kesikler gibi küçük ev kazaları bazen büyük dert olabilir diye önlem almalı.

Zira yaralar mikroplara açılan bir kapı olur. Bunlar ufak hatalar, dalgınlıklar herkesin başına gelebilir. Bazen yaşam bir ders olur ve tekrarlanmazlar. Ancak çok büyüyen ve trafiği yoğunlaşan kentler ile anayollardaki ölümcül kazalarda sürücü kusuru olduğu yadsınmaz.
İş yerleri, inşaatlar, okullar ve oyun alanları gibi kalabalık ve hareketli yerlerdeki can alıcı olayların fazlalığı “görünmez kaza” sayılamaz. Onlar göz göre göre geliyorlar. Ve giden can çağırmakla geri gelmiyor.

Zaten zor koşullarda maden ocaklarında, güneş yüzü görmeden çalışan işçilerin üç yüzü bir seferde ölürse sorumlusu kim olursa olsun bellidir. Bunlar beklenen olaylardır. Kaza değil.
Bugün bilim, Marmara denizinin dibinde fay kırığının neden olacağı depremin çok yakında olacağını ve şiddetinin (7) belki de daha üstünde diyor. Zamanı bilinemiyor. Diğerleri ve vereceği zarar olası. 

Dün 12 Mart 2018’de bir uçak kazasında onbir iyi yetişmiş genç kızımızı kaybetmenin acısıyla içleri yanan ailelere karşı yapılan duygusuz dedikodulara şaştık. Ne yazık ki dünyanın her yerinde uçak kazaları, tayfunlar, tusunamiler oluyor.

Yangınlar, terör olaylarında  çok sayıda kişi olayla ilgisi olmadığı halde kaybediliyor. Tanışık olmasa bile böyle hadiseler insanlık adına acı veriyor. Çünkü hepsinin altında bir ihmal veya dikkatsizlik usulsüzlük gizlenmiş. Merhumlar için “Eceli kaza” denebilir. Ancak geride kalanların davranışları giderek utandırıcı ve insanlık dışı olmayı başardı. Oysa ölene, ailesine ve yakınlarına saygı bütün dünya için geçerlidir.

İnsanın en üstün varlık olduğunu bilerek ona yakışacak konuşmaları yapmak son insanlık görevidir. Ölümle öç alınmaz. İçleri yananlara sabır, gidene rahmet dilenir.


“Görünmez kaza” ise sapa sağlam bir uçağa çarpan herhangi bir şey, eve, ağaca düşen yıldırım ya da yaz aylarının kasıtsızca çıkmış bir orman yangını gibi önemli olmayan fakat çare bulunsun diye akıl çalıştırılan tüm olaylara “görünmez kaza” denir.