ESKİ TAŞRA OTELLERİ
Her yönü doğal güzelliklerle bezenmiş sevgili yurdumuz!
Milattan önce 6 binli yıllara dayanan, tarih ve kültürü ile
zengin vatanımız.
Anadolu’da geçmişte savaşlar, hareketler ve ticari göç
yolları olan ülkemizde pek çok han ve kervansaray bulunmasına şaşırmamak
gerekir.
Elbette bu konuda yazılmış kitap ve belgeler var. Fakat aile
bağları kuvvetli olan ve misafirperver ulusumuz otel kültürüne alışık değildi.
Bu yüzden eski taşra otelleri gel geç yolculara hizmet
veriyorlardı. Onlar genellikle bakımsız, yetersiz, ucuz konuk evleri
gibiydiler. Ancak ben çocukluğumdan kalan bazı izlenimlerden söz etmek
istiyorum.
Belki 5 yaşlarındaydım, kuzenim subaylığını Karamürsel’de yapıyordu,
çevrenin güzelliğini anlatıyordu. Çocuklu ailelerden oluşan bir grup, eski bir
otobüsle oraya gittik. Kasabanın tek oteli girişdeki kahvehanenin tam
karşısındaydı. Binanın çok ilkel ve bakımsız olduğunu gören aile çaresizlikle
geceyi geçirmeye razı oluyorlar. Ancak biz, sabah erkenden otobüse binmiş ve
bölgenin doğal güzelliklerini göremeden evlerimize dönmüştük.
Aradan 1 - 2 yıl geçmişti ki babamın doğum yeri olan
Gelibolu’ya gittik. Kalacağımız otel iskeledeki eski bir evden dönüşmüştü.
İlgili kişi saf bir içtenlikle otelin temizlenip, çarşaf ve havluların yeni
değiştirildiğini açıklamıştı. Daha evvel kaç kişinin yattığı çarşafları mı kast
ediyordu? Bilmem. O günlerin otel anlayışı galiba böyleydi.
4 yıl sonra yine bir aile grubu olarak otobüslerle Edirne’ye
gidildi. Edirne, Osmanlı İmparatorluğu’na başkentlik yapmış bir şehir olsa da,
yıpranmıştı. Kalacağımız otelin odalarında banyo yoktu ve sihhi tesisat
dışarıda, bahçede idi, müşteriler sıra bekliyorlardı. Bunu gören hanımlar başka
bir yer bulmak isterken buranın Edirne’nin en lüks oteli olduğunu öğrenmişlerdi.
Beyler 40 pınar yağlı güreş müsabakalarını izlemek
istiyorlardı. Annelerimiz biz çocukları alıp Selimiye Camii’sini, Darüşşafaka’yı
ve çarşıyı gezdirmişlerdi. Edirne’nin özelliklerinden devayı misk ve elma,
armut, portakal biçimli , kırmızı, yeşil, turuncu renkli güzel kokulu
sabunlarından alıp otele dönmüştük.
Sofra kurulmuştu, herkesin tabağına ikram olarak iyi
pişirilmiş birer kuzu başı konmuştu. Bu iyi niyet göstergesini yanlış yorumlamak
işten bile değildi, zaten bölgeler ve gelenekler arasındaki farklar çok kez
anlaşmazlığa neden oluyor.
Fakat bu farklılıklar Cumhuriyet’imizin getirdiği sosyal
ilerlemeyle git gide azaldı. Örneğin Bursa gibi doğal güzellikleri çoğrafi
özelliklere sahip İstanbul’a yakın bu kentimiz hızla gelişmişti. Çekirge
semtindeki yeni ve modern Çelik Palas Oteli’ne gidince karşılaştığımız konfor
uygar atmosfer ve eğlenceler iç açıcıydı.
Aynı bölgedeki tarihi kaplıcalar ve tesisler eskiden beri
yerel turistleri çekmekteydi.
Yıllar geçtikçe Uludağ spor alanları ve otelleri
zenginleşmiş, ünü yaygınlaşmıştı.
Tarihi Ulu Camii, anıtlar ve kapalıçarşı ilgi
alanlarındandı. Kapalı çarşısındaki çeşitli ürünler ipekli kumaşlar, havlular,
bornozlar, boynuz saplı bıçaklar, minicik sedefli çakılar en ilginç eşyalardı.
Bu günkü erişilen turizm sektörü ile kıyaslanamayacak kadar
geride kalan eski taşra otelleri zihnimizi ve anılarımızı zorluyor. Ancak hepsi
yaşanmış gerçeklerdi.