Monday, June 18, 2018

ORMAN YANGINLARI

Yaz gelince 
Gideriz eğlence
Yerlerine

Artık, kavun, karpuz
Kabuklarını atmıyoruz
Denize

Eskiden anlaşılırdı
Suların ısındığı
Böylece

Şimdi daha uygarız
Özel yerler yaparız
Çöplere

Bugün birçok yollar
Köprüler kuleler var
Kentlerde

Fakat çok üzülüyoruz
Çünkü anız yakıyoruz
Köylerde

Bu yüzden sık sık yanıyor
Ve nice orman yok oluyor
Ülkemizde

Bu uygarlık değildir
Vatanı sevmemektir
Yürekle

Yurdumuzun güzelliği
Doğal servetleri
Her yerde

Ama temiz kalmıyor ormanlar
Orada eğlenen insanlar
Nerede

Uygar kişilerin evi ile hayatı
Ve çevre bakım olur aynı
Değerde


Daha özenli olmalıyız biz
Ormanlarda kendi bölgemiz
Değil mi?

-----------------------------

Not:
Ben şair değilim. Bu yazdıklarımın da şiir olmadığının bilincindeyim.
Sadece ses uyumlu sözcüklerle kısa tümceler bulmaya çabalayan yaşlı bir kadının. Sanki bulmaca çözer gibi zihnimi uyanık tutmaya çalışıyorum. Çünkü 92 yaşımdayım hatalarım için özer dilerim.

29 Mayıs 1453                                                                                                            29/05/2018            


29 Mayıs 1453 çok önemli bir tarihti. Bizans imparatorluğunun başkenti Konstantinopolis Fatih Sultan Mehmet ve orduları tarafından ele geçirilmiş ve İstanbul adını almıştır. Bu çok büyük bir olaydı. 

1953’te fetihin 500’cü yıllının en içten coşkulu kutlaması yapılıyordu. Çeşitli törenler arasındaki havaiyi fişeklerle yapılan sunum İstanbul’da ilkti ve bütün gökyüzü kaplamıştı.  

O mutlu günden bu yana 64 yıl daha geçti. 65’ci seneye giriyoruz. Fakat bugün farklı bir ortamdayız. Çünkü öne alınmış bir seçimle, 24 Haziran 2018 de cumhurbaşkanı ve millet vekili adaylarını seçme propagandalarını dinliyoruz. 

Demokratik bir yönetim sistemi, hukuk, eğitim, ekonomi gibi konular yanında, laiklik, kadınlara, çocuklara tecavüz, cinayet, gazetecileri tutuklama, uyuşturuculuk ve terörizm gibi sosyal problemlerin çözülmesi için oy vereceğiz. Artan bu sorunların, bu Haziran ayına raslayana denk gelen inanç ayı olan Ramazan’da da devam etmesi problemin büyüklüğünü gösteriyor. Oysa eskiden ramazan, iyiliğin , doğruluğun, birliğin, beraberliğin, kardeşliğin yüceldiği, insanların, özeleştiri yaptığı, pişmanlık duydukları bir dönemdi. Buna rağmen bugün de hala şehadet haberleri alıyoruz. Şehitlere rahmet, ailelerine sabır diliyoruz.

Peki dünyanın gözdesi olmuş bu şehire biz ne kattık?

Muhteşem camiler; saraylar, köşkler, yalılar gibi en ilginç olanlar dışında seçkin bir toplum kültürü vardı. Bu düzende sosyalleşme ve yardımlaşma öne çıkıyordu.
Halk ahşap mahallerdeki konaklarda evlerde yaşıyorlardı. Temizlik ve su önemliydi. Çeşmeler, sarnıçlar, kuyular ve bahçe ile ağaçlar da su istiyorlardı.

Sosyal hizmetler bakımından hastane, huzur evi, medrese, han, hamam, çarşı gibi kurumlar yanında idare işleri ve yeniçeri kışlaları için büyük binalar yapılmıştı. Özgün bir mimari tarzı yazılar çiniler ve çiçek resimleriyle motiflerle bezendirilmiştir.

Fakat bilim ve teknoloji bakımından atılım olmamış, dışa bağımlı kalmış, yeniçeri ocağında isyanlar, sınırda koğuşlar ve borçlanmalar başlayınca durum fenalaşmış ve tanzimat hareketi olsa da geç kalınmıştı.

Birinci Cihan Harbi ve İstiklal Savaşı sonucu Türkiye Cumhuriyeti kurulmuştu ve kalkınma dönemi başlamıştı

Yeni yönetim sistemiyle Türkiye özgür ve aydın bir ülke olma yoluna girdi. Devrimlerle, okullar fabrikalar limanların sayısı arttı demiryolları yapıldı.

“Yerli malı kullanmalı” ilkesi ile tarımda üretim artışı ve yersiz savurganlığın önlenmesiyle itibar kazanıldı. İlerleme devam ediyordu.

Ne yazık ki Atatürk’ün vefatı ve katılmadığımız halde, 2’ci Cihan Savaşı gibi acı, olaylar siyasi bakış açıları üretti. Rejimler değişti. Bunlara rağmen fetihten beri İstanbul çok büyüdü. Sınırları genişledi. Nüfusu 15 milyonu geçti Asya ile Avrupa üç köprü ve deniz altı tüneli ile birleşti. Otoyollar Metrolar, otobüsler, özel otoparklar trafik sorununu çözmeye yetmiyor.

Şehrin her yerinde gökdelenler yükseldi. İstanbul silueti ve iklimi kaydedildi. Üstelik halk da bu durumdan çok hoşnut değil. İstanbul bu karışık düzensiz kalabalık yüzünden sorunlarla karşı karşıya. Bu özel kente hata yapıldığını, cumhurbaşkanı doğrudan, kendi sözleriyle açıkladı. Bu betonlaşma neye ve kime yaradı? Böyle bir hatadan dönüş olur mu? 

Her şeye rağmen 565 yıldır bizim olan ve 92 yıl önce içine doğduğum aziz İstanbul.

Bize aitsin, bize kal.

Bana güzelliklerini gösterdiğin için mutlu oldum daha nice seneler 29 Mayıs kutlamaları diliyorum.




YETERLİK


“YETER”LİK kavramı, ölçü kaçırılmamak koşulu ile doğru bir davranış biçimi sayılıyor. Ancak her iki yönde aşırılığa kaçmak yarar getirmiyor. Aksine, bazı kişilerde tutuculuğa, gericiliğe, tembelliğe ve cimriliğe neden olacak kadar etkili oluyor. Genellikle alışkanlıklar tutuculuğa dönüşüyor. Yeni bir tür denemek istemiyorlar. İnançlarına çok bağlı, inatçı korkak insanlar düşünmekten kaçıyor. Eski öğrendiklerini yeter sayıyorlar. Tembel olanlar atılım yapmaya üşenip ellerindekiyle yetiniyorlar. Cimriler ise çok basit bir yaşam düzeyine razı oluyorlar.

Oysa yeterlik ölçüsü kişisel hayatlarda doğuran o bireyin kendi özgün yapılışından kaynaklanabilir. Bu konularda herhangi bir yasal sınır veya bir kural olmadığı için yapılan yorumlar da farklı olabilir. Fakat fikirsel ve maddi kısıtlamalar hayatı durağanlaştırır. Oysa yaşam aktivitedir. Hep ileri gider. Ona “Yeter” denemez. Buna göre çok isteyene ve “yetmez” diyenlere de sınır konmuyor. Ama o ulaşılmak isteyen fakat asla: “Artık Yeter” denmeyen, gelirlerin kaynağı ve ne yolla elde edildiği kanunla soruşturuluyor.

Doğaldır ki kişilerin varlıklı olma isteklerine karşı çıkmak söz konusu olamaz. Hak edilen gelir de kazananın dilediği gibi harcanır veya yatırılır. Buna kimse karışamaz. “Yeter”lik kavramına bakış açısının bir başka yönü de vicdan akıl ve ortalama düzeydir. Bu her aileye geçineceği işi ve geliri sağlamak yönetimlerin görevi olduğu kadar topluma karşı varlıkların da borcudur. Burada akıl önemlidir. Tüketime giden değerler yerine getiren yatırımlar her kesimin yararına olur. Ve yeterlik bütün yurdu ve ulusu kapsar. Çünkü artık geri kaldığımız yeter.

TOPLUM BASKISI


Yüzyıllar önceden beri süre gelmiş olan toplum kültürünü değiştirmek kolay değil . 

Fakat zaman da yerinde durmuyor. 21. asrın yaşam koşullarını ve bilim düzeyini, bin sene evvel ki kurallarla aynı kalmasını, istemek akıl dışıdır. Zaten mümkün değildir. O dönemden bugüne, tutucular veya inkarcılar olsun. Herkes akıl ve bilim yoluyla bulunan araçlardan yararlanıyor. Kimse deve üstünde seyahat yapmıyor. Çöl hayatı yaşanmıyor. Ancak insanlar hep birbirine eklenen bilgiler sayesinde uçak yaptılar. Akıl uzay çağını başlattı. Artık geriye dönüş özlemi söz konusu olmaz. 

Ancak ilerleme ahlak kurallarını yok saymak değildir. Çünkü ahlak sadece dış görünüş, kadın, erkek ayrımı yapmakla olmuyor. Vicdan ve yasaların kabul ettiği hak ve hukuk ile başkalarının malına el koymamak, iftira etmemek, eşitsiz davranmak gibi kurallar çok daha önemlidir.

Burada aile disiplini de gereklidir. Çocuk sayısı değil, çocuğun topluma yararlı bir insan olarak yetiştirilmesi mühimdir. Aile ortamı ilk eğitim merkezi olmakla beraber, az eğitimli, tutucu kişilerin maddi ve manevi baskılarının etkileri de büyük oluyor. Eski kuşakların, kendilerinden sonra gelenlere iyi davranmalarından öte zararlı odaklardan korumaları ayıplayıp onurlarını kırmamak gerekiyor.

Aşırı toplumsal baskılar gençleri yaşlılardan uzaklaştırıyor. Oysa biraz anlayış ve hoşgörü bütün dünyayı saran bu bencillik ve şiddet döneminde duyguların da var olduğunu gösteren bir (insanlığa dönüş) sürecinin başlangıcı olabilir. Yanlışlıklardan vazgeçme zamanı çoktan geldi. Kadınları hor görmek, küçümsemek sosyal ayırım yapma dönemi kadınların gayretiyle sona eriyor. Onu göz önüne almak istemeyen toplumların baskıları ve eğitimsizlikle yaygınlaşan zorbalık ve cinayetler derhal sona erdirilmelidir.

UYGARLIK


Tarih geçmişten günümüze kadar çeşitli uygarlıklara tanık olmuştur. En ilkel dönemlerde bile insanlar toplum halinde yaşamayı seçmişler. Gruplar çoğaldıkça ayrışmalar göçlerle değişik diller uluslar ve gelenek ortaya çıkmıştır. İnsanların ihtiyaçları hiç bitmediği için mızraktan çanak, çömleğe, saz kulübeden, mabetlere dek her gün bir yenilik bulunmasıyla hayat gelişmiştir. Uluslararası ilişkiler bazen savaşlara zayıf olan tarafın yok olmasına neden olmuştur. Bazı kereler de ticarete dönüşerek sınırlar birleşmiştir. Fakat her yeni buluş sonuçta insanlığın malı olmuştur. Teknolojinin ilerlemesiyle bugünkü düzeye ulaşılmıştır.

Fakat bu tip ilerlemeye uygarlık diyebilir miyiz? 

Ben kendi adıma yaşlı ve sonradan 'görme engelli' biri olmakla beraber özel hayatımdan söz etmiyorum. Genellikle insanların yaşantı şekillerini, uygarlık kavramının esas olan anlamına uygun bulmuyorum.

Belki yaşım dolayısıyla bu günkü sosyal yaşama ayak uyduramadığın için böyle düşünmüş olabilirim. Ancak çocukluğumda ve gençliğimde yurdumuzda ve İstanbul’daki anılarımı, bu günkü davranışlarla kıyaslanınca arada büyük fark olduğu da bir gerçek. 

Ne yazık ki, değişim bozulma yönünde oldu. Geçmiş günlerde de aile grupları ile kır gezmeleri yapılırdı. Bütün gün güzel görünüşlü bir akarsu kenarında, ağaçlar altında geçilir. Çoğunlukla evlerden getirilen yemekler yenirdi. Fakat hiçbir aile çöp bırakmazdı. Alacağı önlemi önceden düşünürdü. Pijaması ile ortada dolaşıp bağırıp çağırmaz, kavga çıkarmaz çevredekileri rahatsız etmezlerdi. Neşelenmenin yolu da başkalarına saygı ve terbiyeden geçiyordu. 

Uygarlık sadece görkemli binalar, mağazalar yapmak değildi. Toplum içinde yaşama kültürü hak ve hukuka uyma, sanata özen gösterme doğayı koruma, yardımlaşma insan ve dünyaya gösterilecek sevgi ve ilgi olmadıkça uygarlıktan söz etmek mümkün mü?