YAĞMUR
Şimdi ülkemizin
kentlerine, zaman zaman felaket getiren yağmura, eskiden rahmet denirmiş.
Tarihe konu olmuş (tufan) olayı gökyüzü bütün göz yaşlarını akıtıyormuş. Sular her
yeri kaplamadan, Nuh peygamber gemisini yapmış. Bazı kişileri ve hayvanları yanına
alıp yola çıkmış. Tufan sona ererken kuş gagasında zeytin dalıyla selamete erişildiğini
müjdelemiş. Gemi de bir dağın tepesine oturtulmuş.
Bu anekdotun,
gerçek sayılmasını, yaşanmış uzun bir yağmur dönemine işaret olduğunu
düşünübiliriz.
Yağışlar belirli
mevsimlerde yeterli olarak devam ettikçe üreticinin yüzü gülüyor. Topraktan
bereket fışkırıyor. Ağaçlar çiçekler ve meyvelerle donanıyor. Ama yağmur biraz
azalır veya gecikirse çiftçi kara kara düşünüyor.
Peki şimdi
bereket niteliği neden unutuldu? Felaket haline dönüştü niçin?
İstanbul’da
insanlar şehirin orta yerinde sel sularında boğuldu, binalar yıkıldı. Araçlar
denize sürüklendi, yağmura destek olan kuvvetli rüzgar nice ağacı kökünden
söküp attı, çatıları uçurdu. Bodrum katlarını lağım sularıyla doldurdu, trafiği
felç etti ve insanlar sokakta yüzdüler!
Bütün bu
değişmelerde insanların payı yok mu? Elbette var. Öncelikli işleri bir tarafa
bırakıp gösterişe önem veren insan, bencilliğinin etkisi büyük ve zararlı
oluyor. Bu yüzden ilerlemeye son mu verilmeli?
Tam tersine… insanlara verilen düşünme gücünü akılla birleştirecek şekilde
eğitilmiş gençlerden oluşan kuşaklar sayesinde önlem alınacaktır.
Doğa armağanı olan güneş enerjisi, su ve rüzgar güçlerinden yararlanma
alanları çoğalacaktır.
Beyinler faydalı fikirler üreteceklerdir. Doğal güç ve bilim elele
verebilirse o çağın gençleri (Efes) antik kentini ziyaret ettiğimiz gibi terk
edilmiş modern kent kalıntılarını görmeğe gelirler.