Wednesday, December 6, 2017

       

TEKNOJİNİN ZAFERİ


Gelişmekte olan bir ortamdaki ilerlemeleri ve eski dönemin eşyalarının ilkel durumlarını hatırlayacak yaştayım. Babamın mesleği ve sosyal görevleri dolayısıyla çocukluğumdan kalma anılarım var. 
O dönemin, en eski örnekleri ve yaşam şekli (84-85) yıl geriye dönmemi gerektiriyor.

Elektrikli araçların ilkel halleri ile şimdi ki durumlara ulaşmaları belli bir süreç aldı.

Evlerin çoğunda, Anadolu kentlerinde veya İstanbul’un bazı semtlerinde elektrik, havagazı, akar su donanımı yoktu. İşler elemeği ile yapılıyordu. Yemekler, maltız, mangal, ocak veya kuzinelerde pişiriliyordu. Kuyulara sarkıtılıyor, tel dolaplara konuyordu. En modern olan ise içi metal kaplı, tahta buzdolaplarıydı. Üst bölümüne blok halde satılan buzla doldurulur kapağı kapatılırdı. Alt bölüm soğuk olurdu. 

Evde kullanıldığını hiç işitmediğim bir radyo vardı. O tahta bi kutu gibiydi içinde uzun ampuller ve ön tarafta birkaç ayar butonu bulunuyordu. En üstte tahtadan kare biçimli kadrana anten olsun diye kablolar gerilmişti. Kullandığımız radyo siyah bakalittendi. Önünde dalga kanallarını ayarlayan düzenleme ekranı yapılmıştı. Daha sonraki ise (RCA) marka, 10-12 taş plağı otomatik çalan modelli radyo idi. El radyoları çok üretildi.

Ses alma kasetleri önceleri büyük boyutluydu, gramofonlar da taş plakları dinlemek için önce möblenin dışındaki kol çevrilerek zemberek kurulurdu. (Polidor) (His Master’s Voice) markalı plaklardan müziği duymak için sivri uçlu özel iğneler bir kol ucundaki yuvaya yerleştirilirdi. Sonra da plak döndürülür iğne plağa değdirilir ve müzik duyurulurdu. Kurgu boşaldıkça acayip sesler çıkardı. Hemen dışardaki kolu yeniden kurmak gerekirdi!...

İşte böyle dönemlerden geçerken yavaş yavaş ilerledi. İnsan zekâsı, el emeği birleşti. Fakat hiçbir şey telefonun gösterdiği gelişme düzeni ulaşamadı.

Ben (1931) senesini anımsıyorum. Babamın görevleri dolayısı ile evde telefon vardı. Arada sırada çalardı. Bazen babam numaraları çevirir yanda asılı duran kulaklığı eline alır, huniye benzeyen reseptöre konuşurdu. O apareyin yuvarlak bir tabanı vardı. Üzerinde sıfırdan dokuza kadar rakamlar dizilmiş dairesel numaratör yerleştirilmişti. Biz kimseyi arayamazdık. Çünkü kimsede telefon yoktu. Acele haberleşmek telgrafla yapılırdı. Görüntülü görüşmeler ise özel çekilmiş filmlerin kocaman sinema makineleriyle. Duvara perde asılıp ışıklar söndürülür. Sus pus izlenirdi.

Sonra cep telefonları şaşırttı.
Hemen ardından mucize gerçekleşti. İnternet günlük hayata el koydu. İnanılmaz şeyler oluyor. Ben yaşlı bir görmezken teknolojik bilgi sayesinde okuyup yazıyorum. Daha fazlasını da umuyorum. Bu bilim düzeyinin ve teknolojinin zaferidir!...




No comments:

Post a Comment