SINAV
Sınav tedirgin
edici ve kuşku verici bir eylem. Acaba o bir tek sözcük neden ürkütüyor? Bunda
sınavlarda kişinin kendi içinde ve toplum karşısında bir değerlendirme ölçütü
olması mı rol oynuyor? Sınav bireylerde heyecan ve yetersizlik hissi yaratabilir.
Bazılarında da korku, utanç veya tam aksine gurur verebilir.
Aslında sınav kesin bir kriter olmamalı.
Bu sözlü ya da yazılı imtihanlarda sorunun şekline de bağlıdır. Herkes her şeyi
bilemez, bilmek zorunda da değildir. Ancak özellikle yazılıda bir not ile
değerlendirme sonucu etkiliyor. Bu sorun bütün eğitim boyunca sürüp gidiyor.
Osmanlı
İmparatorluğu’nda Tanzimat’tan sonra eğitime önem verilmiş fakat yetersiz
kalmıştır. Öğrencilerden bazıları sınavla dış ülkelere gönderilmişti. Babam da
onlardan biri olarak Belçika’da okutulmuş ilk elektrik mühendislerindendi.
Vatana dönünce bir çok görev aldıysa bile ‘Mühendis Mektebi’ndeki’ (şimdi İTÜ)
öğretim görevine hiç aralık vermemişti. Ömrünün sonuna kadar (1956) hocalık
yaptı. Yetiştirdiği mühendislerin çoğunun sınavlarında soruları ezbere değil,
bilgi ve mantığa dayanırmış. İstanbul Üniversitesi Fen Fakültesi sınavlarında
yetenekli gördüğü bir öğrenci eğer bir noktada takılırsa onu doğru sonuca
ulaştıracak başka bir yönteme baş vurmaktan kaçınmadığını duymuştum.
O dönem
Türkiye’nin kalkınma atağının yoğun zamanıymış. Genç mühendisler iş başına
geçmeye hazır ve hevesli. Fabrikalar kuruluyor. Tren yolları döşeniyor...
Gençler kolay
yetişmiyor. Onları vatana kazandırmak gerekiyor. Sınav soruları hazırlayanların
çok sorumlu ve dikkatli olmaları şart.
Örneğin
Üniversite giriş imtihanına girecek bir öğrenci tek bir sınavla geleceğini
belirlemek zorunda bırakılmamalı. En azından bir kaç şans verilmeli. İyi
hazırlanmış olsa da o bir gün insan hasta olabilir veya ailesinde üzücü bir
olay yaşanmış olabilir. Sonuçta fiziken veya ruhen iyi olmayan bir öğrenci, bir
de sınav stresi ile başarı sağlama şansını daha başlamadan yitirmiş olabilir.
Sırf bu nedenle hayaller yıkılır, yeterli puan alamadığından tutkusu olan mesleğin
eğitimini alma şansını yitirir.
Sanırım 1947 - 1948 yıllarıydı. Güzel Sanatlar Akademisi
Mimarlık Bölümü’ne kabul sınavıydı. Sonuç şaşırtıcıydı. Çünkü gençlerin hemen
hepsi başarısızdı. Olay tepki yaratmış ve gazetelere konu olmuştu. İkinci bir
imtihan yapıldı. Bu sefer gençlerin tümü Akademi’ye girdi.
Aralarından
tanıma şansım olan kişiler hiç aksatmadan Y. Mimar oldular. Mesleklerinde
başarılı profesörler, iş ve devlet adamları, sanatçılar oldular. Eğer ilk
sınava bakılsaydı acaba onlar şimdi hangi durumda olacaklardı? Bu yüzden her
sınav biraz risklidir. Ancak umut kesilmez.
2010 yıllarından
beri siyasal amaçların sınavlarda etkili olduğunu gazetelerde okuyor,
haberlerde dinliyoruz. Bu yanlış tutum bir çok haksızlık ve acı olayla bitiyor.
Ahlaki kavramların yerini yolsuzlukların alması sosyal çöküntülere neden
oluyor.
Hak edenler
yerine, bilgi olarak yetersiz ama çeşitli yolsuzluklarla, hak etmeyen
öğrencilerin alınması, daha hayatın başında ahlaki ve vicdani değerleri çarptırmış
olmuyor mu?
Bu nedenle bir
eğitmen olmama rağmen, dikkat edilmesi gerekli temel esaslar olmalı diye
düşünüyorum.
Örneğin:
Öğretmen için:
Duyarlı kalp
Tanık için: Hoş
görülü sevgi
Sorular için:
Akıl ve bilgi
Sözlü için: Doğru
yanıt
Yazılı için:
Sakinlik ve dürüstlük
Süre için: Ömür
boyu
Öğrenci için:
Ümit ve çalışma
Ahlaki kurallar
için: Doğruluk ve vicdan
Kanaat notu için:
Hak ve insaf gerekmiyor mu?
Başarabilene tam
not!..