Wednesday, April 26, 2017


SINAV


Sınav tedirgin edici ve kuşku verici bir eylem. Acaba o bir tek sözcük neden ürkütüyor? Bunda sınavlarda kişinin kendi içinde ve toplum karşısında bir değerlendirme ölçütü olması mı rol oynuyor? Sınav bireylerde heyecan ve yetersizlik hissi yaratabilir. Bazılarında da korku, utanç veya tam aksine gurur verebilir.

Aslında sınav kesin bir kriter olmamalı. Bu sözlü ya da yazılı imtihanlarda sorunun şekline de bağlıdır. Herkes her şeyi bilemez, bilmek zorunda da değildir. Ancak özellikle yazılıda bir not ile değerlendirme sonucu etkiliyor. Bu sorun bütün eğitim boyunca sürüp gidiyor.

Osmanlı İmparatorluğu’nda Tanzimat’tan sonra eğitime önem verilmiş fakat yetersiz kalmıştır. Öğrencilerden bazıları sınavla dış ülkelere gönderilmişti. Babam da onlardan biri olarak Belçika’da okutulmuş ilk elektrik mühendislerindendi. Vatana dönünce bir çok görev aldıysa bile ‘Mühendis Mektebi’ndeki’ (şimdi İTÜ) öğretim görevine hiç aralık vermemişti. Ömrünün sonuna kadar (1956) hocalık yaptı. Yetiştirdiği mühendislerin çoğunun sınavlarında soruları ezbere değil, bilgi ve mantığa dayanırmış. İstanbul Üniversitesi Fen Fakültesi sınavlarında yetenekli gördüğü bir öğrenci eğer bir noktada takılırsa onu doğru sonuca ulaştıracak başka bir yönteme baş vurmaktan kaçınmadığını duymuştum.

O dönem Türkiye’nin kalkınma atağının yoğun zamanıymış. Genç mühendisler iş başına geçmeye hazır ve hevesli. Fabrikalar kuruluyor. Tren yolları döşeniyor...

Gençler kolay yetişmiyor. Onları vatana kazandırmak gerekiyor. Sınav soruları hazırlayanların çok sorumlu ve dikkatli olmaları şart.

Örneğin Üniversite giriş imtihanına girecek bir öğrenci tek bir sınavla geleceğini belirlemek zorunda bırakılmamalı. En azından bir kaç şans verilmeli. İyi hazırlanmış olsa da o bir gün insan hasta olabilir veya ailesinde üzücü bir olay yaşanmış olabilir. Sonuçta fiziken veya ruhen iyi olmayan bir öğrenci, bir de sınav stresi ile başarı sağlama şansını daha başlamadan yitirmiş olabilir. Sırf bu nedenle hayaller yıkılır, yeterli puan alamadığından tutkusu olan mesleğin eğitimini alma şansını yitirir.

Sanırım 1947 - 1948 yıllarıydı. Güzel Sanatlar Akademisi Mimarlık Bölümü’ne kabul sınavıydı. Sonuç şaşırtıcıydı. Çünkü gençlerin hemen hepsi başarısızdı. Olay tepki yaratmış ve gazetelere konu olmuştu. İkinci bir imtihan yapıldı. Bu sefer gençlerin tümü Akademi’ye girdi.

Aralarından tanıma şansım olan kişiler hiç aksatmadan Y. Mimar oldular. Mesleklerinde başarılı profesörler, iş ve devlet adamları, sanatçılar oldular. Eğer ilk sınava bakılsaydı acaba onlar şimdi hangi durumda olacaklardı? Bu yüzden her sınav biraz risklidir. Ancak umut kesilmez.
2010 yıllarından beri siyasal amaçların sınavlarda etkili olduğunu gazetelerde okuyor, haberlerde dinliyoruz. Bu yanlış tutum bir çok haksızlık ve acı olayla bitiyor. Ahlaki kavramların yerini yolsuzlukların alması sosyal çöküntülere neden oluyor.

Hak edenler yerine, bilgi olarak yetersiz ama çeşitli yolsuzluklarla, hak etmeyen öğrencilerin alınması, daha hayatın başında ahlaki ve vicdani değerleri çarptırmış olmuyor mu?

Bu nedenle bir eğitmen olmama rağmen, dikkat edilmesi gerekli temel esaslar olmalı diye düşünüyorum.


Örneğin:
Öğretmen için: Duyarlı kalp
Tanık için: Hoş görülü sevgi
Sorular için: Akıl ve bilgi
Sözlü için: Doğru yanıt
Yazılı için: Sakinlik ve dürüstlük
Süre için: Ömür boyu
Öğrenci için: Ümit ve çalışma
Ahlaki kurallar için: Doğruluk ve vicdan
Kanaat notu için: Hak ve insaf gerekmiyor mu?

Başarabilene tam not!..



No comments:

Post a Comment