Tuesday, May 29, 2018

HABER


Haberleşmek hayatın en ilkel dönemlerinden beri önemini korumuştur.

Haber ya beklenir yahut da gönderilmek istenir. Kişisel olabildiği gibi toplumları ve bütün dünyayı da ilgilendirir. Tarih boyunca bu ihtiyacı karşılayacak çözümler bulunması için uğraşılma sonucu uydular aracılığı ile ‘akıllı telefon’lara ulaşılmıştır.

Çok eski günlerde, duman, kuşlar, yüksek sesli boruların üflenmesiyle önemli bir olayın ilk işareti verilmiş sonra da koşucu habercilerle iletişim kurulmuş oluyordu. Resimli yazı olan hiyeroglif ile tablet üzerindeki çivi yazılarının ve Yunan alfabesinin çözülmesiyle birçok tarihi olayın haberi alınmıştır. Yazı uygarlığın temeli sayılabilir. Papirüs’ün kağıdın başlangıcı olması gibi. Artık mektupla haberleşmenin yolu açılıyordu. Fakat ulaştırılması zaman alıyordu. Okuma yazma bilenlerin sayısı azdı. Anadolu’da bazı yerlerde (Tellal) denen kişiler etrafta dolaşırken. Bir yandan da halka günün haberini duyuruyorlardı. Kağıt üretimi çoğalınca Avrupa’da gazetecilik başlıyordu. Osmanlı imparatorluğunda ise ilk gazete (Tanzimat) döneminde yayınlanıyordu.

Acele haberleşmek için kullanılan mors alfabeli düzenekli (Telgraf) ise en kısa sözcüklerle kağıda geçiriliyordu. Herhalde o güne göre de biraz pahalı imiş. Uzak bir yerde çalışan oğlundan mektup alamadığı için merak eden bir anne telgraf çekiyor. Mektup yazmaya vakit bulmayan genç, telgrafla yanıt veriyor (ölmedim) telgraftan sonra ise haberleşme aracı olan telefon bulunuyor. Uzun ve zor uğraşlardan sonra Amerika’yı Avrupa’ya bağlayan denizaltı kablosunun yapımı sona eriyor. Herkes merakla sonucu bekliyor. Düğmeye basılıyor.

YANIT: (ALO)

Saturday, May 26, 2018


EŞYALARIN DİLİ



Masa, sandalye, koltuk gibi eşyalar hatta tabak gibi evlerde kullanılan nesneler bir ailenin parçaları gibidirler. Bazılarının hizmetinin değeri daha önemlidir. Onların hikayeleri daha uzundur. Dinlerken bazı bazı gülersiniz. Bazen gözleriniz dolar. Daha çok bağlanırsınız. Fakat zamanı gelince de hepsini geride bırakıp kapıyı çekip gidecek kadar gerçekçi olabilirsiniz. İçinizde onların sesini duyarsınız. Umarım benim o eşyalara olan düşkünlüğümü doğru yorumlayacak insanlar vardır.

Çok yaşlı biri olarak, doğaldır ki bir çok evde yaşadım. Ama rüyalarıma giren, babamın yaptırdığı kendi evimiz. Taa çocukluğumdan beri baba evindeki büfe, kanape ve koltuklar. Masa ve sandalyeler. Sehpalar, halılar hepsi yerlerini sevmiş yüreğimize yerleşmişlerdi.

Yemek masası bütün aileyi bir araya getirmekle görevli olduğu için gururluydu. 

İki başındaki babama ve anneme ait olan kollu sandalyeleri yanından ayırmazdı. Diğer kolsuz olanlar kendi aralarında karışsalar bile, masanın etrafına dizildiklerinde hepsi oturacak kişiyi aynı sıcaklıkla buyur ederlerdi. Ev halkı da kendi peçete halkalarının yanındaki tabağın önüne otururlardı.

Sofra herkesin yerini almasından sonra masaya gelen sıcak bir çorba veya yemeğin dağıtılma işini annem yapar, önce babamdan başlar, en son kendisi alırdı. Çok ölçülü ve eşit davranırdı. Yemek saatlerimiz genellikle düzenliydi. Evimizde baskı yoktu. Disiplin vardı. 

Oturulan odada kadife kaplı kuştüyü minderli kanepe ve koltuklar vardı. Onlar rahat sıcak ve yumuşaktı. Kendilerince sohbete devam ederlerdi. Büyükler kahvelerini orada içerlerdi. 
O zaman radyo dinlenirdi.

Yıllar geçti. Okul döneminde yedi senemiz baba evimiz dışında bir lojmanda, yabancı eşyaları kullanarak geçti. İyidiler alıştık. 

Ama evimizde dönüşümüzü bekleyenler gibi sade ve samimi değillerdi. Çevre güzeldi fakat eşyalar konuşmuyorlardı. Sonra evimize döndük. 

Biz yokken evimize hırsız girmiş. Annemle babamın yatak odalarındaki gardrobun aynalarını kırmış, çekmecelerini devirmiş, odayı alt üst etmiş.

İşte orada bir ruh, bir acı, sessiz bir diyalog vardı.

Yine kendi yolumuzdaydık. Yıllar geçiyordu, yuva kurma sırası bana gelmişti. 

Sadeliği ve kaliteyi seçtik. Bir kitaplık, koltuk lambalı okuma sehbası benim arkadaşlarımdı. Eşyaları yerleştirip de ailemi ilk defa evimizde ağırladığımız sırada herkesin oturduğu yer bir anlam kazandı. Yemek masasının başında ve sonunda yine babamla annem yer almışlardı. Ama bizim onlara onlara ikram edecek özel sandelyemiz yoktu. Fakat yüzlerdeki gülümseme beni mutlu ederken yemek bölümündeki eşyalar sanki bana ‘Korkma, üzülme, bak onlar mutlular’ diyorlardı. İşte o anda o eşyalar (Babamın oturduğu koltuk, annemin dayandığı yastık)gibi nitelikler kazandılar. Ve sessiz iletişim başladı. Bütün aile bireyleri de ilk oturdukları yerleri benimsediler.

Aileye yeni bir katılım oldu. Babam ilk torununu ancak yedi ay sevebildi. Ne yazık ki, o müşfik herkese kucak açan sevgili babamızı kaybettik. Yalnız kalan annemin yanına döndük. Yeni bir bebek daha sevinç kaynağı oldu. 

Onlar da büyüdüler dede oldular. Ben ise torun çocuklarımı seviyorum. İki evin anılarla dolu eşyaları, şimdi artık değişik fakat aynı dede ve nine soyundan gelen genç yuvalarda, geçmişten günümüze anıları fısıldıyorlar.

Friday, May 25, 2018

RAMAZAN



İslam aleminde mübarek olan Ramazan ayı, güneş takvimi sistemine bağlı olmadığı için senenin herhangi bir ayına denk gelebilir. Mevsim olarak yaz veya kış dönemleri 33 senede bir tekrar ayın aynı günü Ramazan olur.
Üç semavi din kitabında da oruç emri bulunmaktadır.
Orucun amacı insanları fenalıklardan sakındırma ve nefis denen içgüdüsel arzulara, sınır dışı isteklere gem vurma yolunun öğrenilmesidir.
Oruç sadece aş susuz geçirilmiş bir günün ardından mideyi birden doldurmak değildir.
Önemli olan gün boyu olaylar sırasında ‘oruçlu olduğunun bilinci içinde’ hareket edebilme başarısıdır.
Kin, nefret, öfke, eza, ceza, haksızlık gibi duygu ve davranışlardan uzak olabilmek, saldırıya geçmemek, düşünerek fenalıktan uzak kalmak durumudur. Budanefise kapılmamak adına orucun getireceği olumlu bir durumdur.
Hasta olanlar yolcular gibi geçerli nedenler yüzünden oruç tutmayanlara fidye ödeme hakkı tanınmıştır.
Elbette zaman içinde hayat koşulları inanılmaz derecede değişmiştir. Fakat Ramazan ayının gelenekleri değişmez.
Çocukluk ve gençlik çağımdaki Ramazanların kış ve bahar aylarına rastladığını hatırlıyorum.
Altı yaşlarında olmalıydım.Doğduğum ev İstanbul Beyazıt’ta ahşaptı. Kiracıydık. On kişilik birbirine bağlı bir aileydik. 
Rahmetli çok fedekar ‘Şayen Anne’ Ramazan  için hazırlık yapıyordu. Eşine bir daha rastlamadığım lezzetteki ‘tarhana çorbası’nın hamurunu hazırlamış güneşte kurutmak için küçük parçalara bölüyordu. İyice kuruyan tarhana toz haline gelecekti. Ramazan yaklaşıyordu.
Reçeller, salçalar, turşular kavanozlar içerisinde dolapta yerlerini alıyordu.
O gece Sahura kalkılacaktı. Sabaha karcı davulcunun sesi ile uyandım. Aşağıda kahvaltı masası hazırdı. İsteyen aileler yemek yerlerdi. Çalışanlar işlerine gitti ve evde kalanlar öğle yemeği yemeyince, biz çocukları siz ‘yarım gün orucu’ tutuyorsunuz diye kandırdılar.
Öğleden sonra mutfakta yemekler yapıldı. Sofra kuruldu. Ev halkının tabaklarının yanına misafir gelebilir ümidiyle bir servis daha konuldu. Sonra minik fincan tabaklarına çeşitli reçeller, peynir, zeytin, sucuk gibi iftariyeler dizildi. Çay ibriği demlik ocağa oturtuldu.Çay bardakları ayrı bir masaya dizildi. İftara az kalmıştı.
Ev halkı ellerinde sıcak pideler ve bir kutu güllaç ile geldiler. Herkes tamam olunca sofraya oturuldu. Topun patlaması bekleniyordu. (O zaman İstanbul’da iftar vakti top atılarak duyurulurdu ve haber vermeden bir akrabaya bir dosta iftara gidilir, Allah ne verdiyse onunla yetinilir, bolluk aranmadan sohbet edilir yakınlık sağlanırdı.)
Ramazan iyiliklerin, cömertliğin, dostluğun en belirgin olduğu aydı. Top patlayana dek az konuşulur, içten dua ve şükür edilerek yemeğe iftarlıklarla başlanır sonra sıra çorbaya gelirdi. Çorba genellikle Şayen Anne’nin yaptığı o nefis tarhana çorbası olurdu. Üzerine yağda kızdırılmış kırmızı biber ve kıyılmış beyaz peynir gezdirilirdi. İlk iftarda pastırmalı yumurta, köfte, dolma gibi et yemeği ardında ya pilav, börek veya sarma olurdu. En sonra ise tatlı yenir kahve ve çaylar içilirdi.
Ramazan geceleri minareler arasına ‘Mahya’lar kurulur, tiyatro eylence yerleri kalabalık olurmuş. Ama altı yaşında bir çocuk olarak hatırladığım evde yapılan iftar hazırlığı böyleydi.

Saturday, May 19, 2018

Rüzgâr


Hayat su ile başlar. Su buharıyla yüklü bulutları sürüp getiren bir enerjidir rüzgâr. Yaşama yaşam katar. Estikçe hep taşır polenleri, ağaçtan ağaca. Neden olur meyvaların oluşmasına.

Merttir. Gizlenmez toprağın derinliklerinde. Kömür ve petrol gibi. Getirmez insanları savaşla karşı karşıya servetler uğruna. Çalıştırmaz kimseyi, güneş yüzü görmeden rüzgar çıkar eser. Biliriz birçok halini.

Dünyanın her gölgesinde tarihe bile, yararlı olmuştur. Gücünü görmek isteyenler Don Kişot’un savaş açtığı yel değirmenini örnek alsınlar.
Geriye dönüş sayılmaz teknolojinin katkısıyla.
Şimdi yalnız deniz sporlarında var yelken ve eski tablolarda.

Ülkemiz ve İstanbul rüzgar ve güneşin sağlıklı enerjisinden faydalanma koşularına sahip yerler. Ege’nin sabah ve akşamları esen biraz serinlik veren “meltem”i ünlüdür.
İstanbul’da en etkili olan “Lodos” Marmara denizde seferleri altüst eder. Çatıları uçurur. Şiddetli yağmur indirir. Ve ne yazık ki önemli kazalar oluyor. Şehrin içinde boğulmalar. Araçların denize sürüklenmeleri gibi olaylar bile oldu.
“Poyraz” rüzgarı ise kuzeyden soğuk hava üfürür. Kuzeybatıdan esen “Karayel”de karakışın ta kendisidir. Keşişleme güneybatı yönünden gelir, bir adı da kıbledir. Ilık ve hafif yağışlıdır.
Bizim ülkemizde genellikle karayel ender eser. 
Alizeler, Musonlar, Tayfunlar gibi bölgesel ve mevsimlik olanlar bulunmaz. Tayfunlar sırasında dönen rüzgâr etkisiyle hortumlar oluşur. Rüzgâr bazen hafif bir esintidir.
O dokunuş ince bir tüy gibidir. Okşar zaman zaman, sert eser üşütür. Fırtınaya dönüşür. Ağaçları devirir. Sonra bora olur. Köklerinden söker atar.
Bazı kere vahşi bir hayvan olur tırmalar canları acıtmaz.

Arada bir kıvılcım savurur. Ormanları, canlıları yakar tutuşturur.
Sonra imdat için bulutları çağırır. Onlar gün ışığını kapatır. Ortalık birden kararır kuraklıktan korkan çiftçi umutlanır. Yakarır itmesin diye bulutları öteye. Her zaman fena değildir rüzgar. Aslında o da ister canlıları doyurmayı.
Islatmak için toprağı,
Ağlatır bulutları.

Thursday, May 17, 2018

GURUR

Gurur nedir?
Bir onur mudur?
Önemli midir?
Geçmişten mi gelir?
Geleceğe mi yönelmelidir?
Nasıl Olmalıdır?
Gurur iki yönlü bir davranış biçimidir. Kullanıldığı yere göre yorumlanır. Bazen bir geçmişten veya kişiden gurur duyulur. Tarihimizden olduğu gibi. Bu koşulda gurur onurla beraberdir. Anımsanması önemlidir. Yüzyıllar önceden günümüze ulaşan bilim, insanlık için onur, gelecek için ise, bir gururlanma umududur. Böyle konularda toplumsal gurur gözlenir. Aslında övünç ile gurur farklıdır. Gururlu kişiler, abartılı davranışları ile kendilerini herkesten üstün sanıp, başkalarını hor görürler. Bu küçümseyiş kırıcıdır, acıtıcıdır.
Varsa eğer onun yaptığı bir iş, onda emeği olmalıdır. Sadece gurur ona bir değer katmaz. Yaratırsa ancak o zaman övünç duyabilir. Bu da emekle hak edilir. Övünç de çerçeveyi aşmadıkça kimseyi rahatsız etmez. Çünkü o duygusal anlamda bir ödüldür.
Bazıları gururlanır sadece geçmişindekilerle, üzerlerine yenilik eklemeden kendinden.
Anılar yetmez bir eski çınar da olsa ihtiyar, üretecektir yeni dallar.
Kişi de üretmek ister. Onun için çalışır yorulur. Uğraşarak meydana getirdiği eseri ona ün sağlar. Bu ünle kazanılan şöhretin vereceği şeref, kendine yakıştırdığı gururdan daha üstündür.
Fakat o ünü taşırken duyacağı övünç, kişilerin eseri beğendiklerinin ifadesidir.
Gurura kapılmaktansa üretilen eseri ile övünç duymak yeterlidir.
Gururu kendimize değil ulusça gelişmemize ve kalkınmamıza layık görelim ve başarılarımızla övünelim.

Nihal Erem

Wednesday, May 16, 2018

19 MAYIS


Dalgalanıyordu Karadeniz
Değişiyordu tarihimiz
On altı mayıs günü geldi 
Fakat önemi bilinmedi
Limanda demirli bir gemi
Tarifeli Samsun seferi
Genç bir adam kimliği gizli
Kararla o vapura bindi
Lakin gözünde uyku yoktu
Yurdun hali ne oluyordu
Düşündü plan yaptı yol boyu
Artık çareyi biliyordu
Güvendi gençlere ulusa
Üçüncü gün girdi limana
Bin dokuz yüz on dokuzda
Samsun’da Anadolu’da
Katılmayan yoktu savaşa
Atılan özgürlük adımına
Halkımız genç, yaşlı coşmuştu
Yürekle umut dolmuştu
Sonunda zafer bizim oldu
Cumhuriyetimiz kuruldu
Birçok yeni işe el atıldı
Spor ve sporcu unutulmadı
On dokuz mayıs bayramı
Gençliğe bir armağandı
Spor gösterileri yapılırdı
Halk izlemeye doyamazdı
Sonradan onlar kaldırıldı
Atamızı anılmışsa eğer
Ona bütün özveri değer
O, spor dürüst yapılsın ister
Sporcu ahlaklı ise över
SEVGİ

Gizlendi mi sevgi?
Kaybedildi mi?
Ortada yok çoktan beri
Umarım döner.
Çünkü o gitti gideli
Boş kaldı yüreğimiz
Ne koyacağız yerine şimdi
Düşmanlık mı?
Silah mı?
Savaşın sonu belli oldu.
Yokluktu.
Nerede kaldı eski duygular?
Kalbimiz titredi o zaman.
Ama unutuldu.
Bulacak mıyız acaba tekrar
Darılıp bizden kaçan sevgiyi?
Onun saklandığı bölgeyi ve eşsiz hazineyi…
Önce hak edilmeli
O sevgi.
ANNELİK

Anne bir tanedir. Eşi yoktur. Canı, kanı, özverisiyle sevgisi tartılmaz hiçbir teraziyle. Emeğini esirgemez.

Acaba niye?

Kendi annesini örnek almıştır her halde.
Çünkü o, pamuk saçlı, güler yüzlü, tatlı sözlü anneanne evin çınarıydı, yeri dolmadı.

Peki ama benim kaç annem vardı?
Şefkatli teyzelerim de birer anaydı bana.
El üstünde tuttular. Korudular, kolladılar.
Hepsi.
Bende biliyordum zaten her birinin değerini.
Ödeyemem asla haklarını, senede sade bir gün yetmez. Anarım hep adlarını.
Aslında her kadında vicdanıyla bir annedir. Gerektiği zaman göze alır her şeyi. Bunu anlayalım. Ona göre davranalım ve öğretelim annelere saygı göstermeyi.
Çünkü sevginin kaynağıdır anaların yüreği iyi ki rabbim vermiş bana evlatlarımı. Daha iyi anladım anneliğin anlamını. Fakat geç kalmışım fark etmekte annemin bağlılığı torunlarına.
Meğer bu bir aşamaymış kuşaktan kuşağa geçen. Şimdi anlıyorum. Önce den gelirse borcunu ödüyor yeni nesille artık oğullarımın bile torunları var. Ben de seviyorum torunlarımın çocuklarını bu yıllar.

Şimdi çok yaşlıyım
Evlatlarımın ilgisiyle hayattayım
Ve mutlu ediyor beni.
Bunları düşünelim biraz
Annelik unutulmaz

Thursday, May 10, 2018

KAPILAR


Devlet kapısı kavramı, dilimizde “Devletten yarar sağlamak veya başkalarının sayesinde rahat yaşamak” anlamında kullanılan bir terimdir.

Aslında ülkelerin de sınır kapıları vardır. Devletler girişleri çıkışları kontrol ederler. Herkes her yere izin almadan giremez. Gümrük kapıları kaçakçılığı önlemek içindir. Ancak kaçırılan sadece mal olmuyor. Bazı insanlar, ölümü göze alarak yurtlarından kaçmak istiyorlar. Bu çaresiz kalan kişileri, aileleri kaçırmağı iş edinen vicdansızlar bu durumu ticaret kapısı sayıyorlar. Duygusal taraf hiç düşünülmüyor. Kapı eskiden beri giriş çıkış için tasarlanmış koruyucu bir araçtır.

Eskiden şehirleri güvenli kılan çevre duvarları ve kapıları vardır. Çin seddi ve İstanbul surları gibi bazılarının kalıntıları hala durmaktadır. İstanbul’da semtlere isim vermiş ünlü kapılar vardır. Edirnekapı, Topkapı, Kumkapı, Bahçekapı, Çarşıkapı, Silivrikapı gibilerden başka Mevlanakapı bir kişi adına ‘Çatkapı’ belki bir olay üzerine verilmiştir kapıydı. Günlük yaşamda bitişik evlerde komşu kapısı, ev kapısı, sokak kapısı, oda, mutfak ve diğer yerlerin kapıları özel hayatın da koruyucularıdır kilitli, sürmeli olabilirler. Çok çeşitli kapılar üretilmiştir.

Genellikle, içeri dışarı açılan iki, üç menteşeli tutamaklı olanlar yaygındır. Ray üzerinde sürgülü olanlar daha az yer kaplarlar. Çoğunlukla büyük mağaza ve bankalarda bulunan, kendi ekseni etrafında dönen dairesel kapılar da vardır. Kasa kapıları özel kilit veya şifre sistemine bağlıdır.

Kapı geniş anlamlı bir sözcüktür birçok deyimde yer alır. İş kapısı, ekmek kapısı geçim parasının kazandığı yer demektir. El kapısı iş vereni veya başka birinin evinde çalışır veya yaşamaktan duyulan üzüntüyü anlatır. Bir tür halinden şikayettir. Kapı kolu, kapı tutamağıdır.
Kapı kulu, zengin köy ağasının işçisi ve evine sığınmış hizmetçisi. Kapı yoldaşı aynı iş yerinde 
çalışan iş arkadaşı aynı düzeyde olanlar demektir.
Gönül kapısı, sevecenlik samimiyet cömertlik gibi nitelikleri ifade eder, gönül kapıları açık olsun yeter.

YALANCI’YA


Pembe yalan söylenir
Fakat inkar edilir
“Hiç  yalanım yok” denir
Ancak doğru değildir
Amaç iyi niyettir
Öğrenilir küçükken
Eğer derse bilmeden
Hiç özür dilemeden
Kurtulamaz ellerden
Çünkü yalan fenadır
Dileği aldatmaktır
Açık anlatmalıdır
Gizlenmesi kızdırır
Yalan huy olur kalır
Kimse onları sevmez
Boş laf duymak istemez
Masalını dinlemez
Evi yansa fark etmez
Sözüne güvenilmez
Yalan ortaya çıkar
Duyan durumu anlar
Söyleyen buna şaşar
Utançla yere bakar
Sonra oradan kaçar
Sakın yalan söyleme
“Ben de pişmanım deme”
Utançla af dileme
Yazık etme kendine
Dönemezsin geriye

Saturday, May 5, 2018

YAŞAMA SEVİNCİ


Ne yönde gelişeceğini bilmediğim soru ve sorunlar var.
Onları düşünüyorum. Bulduğum yanıt ve çözümler yeterli değil.
Biraz daha geriye dönüp incelemem gerekiyor. Olumlu veya olumsuz pek çok olay gelmiş, geçmiş.
Devamlı olan, yaşama isteği kalmış. Bu düşünce ile içimden gelen sesi dinliyorum.
Bekliyorum.
Umut iyimserlik ve biraz da sabır karamsarlığı önler. Çünkü ne kadar istesem de yaşam koşullarına karşı gelmem mümkün değil. Bu yüzden, bütün dünyanın sıkıntılı olduğu çağımızda, kendi problemimi abartmamalıyım. Sadece içten dilemekle yetiniyor ve bekliyorum.
İşte o gün geldi. İyi haberi aldım. Yaşamın mutlu bir saatiydi. Yaşam sevinci her zaman vardır. Yeter ki algılı olalım. Belirli bazı olaylara bağlayıp kısıtlamayalım.
Bazen bir anımsama, bazı kez bir söz, bir davranış bir görüntü… Hepsi yaşam sevincidir.
Anılar yaşanmış olayların, kişilerin, yapılmış işlerin zihinde tekrarlanmasıdır. Hoşgörü ister. Olayları anımsarken yanılma olasılığı da mümkün olduğu için bazı aksamalardan korkulur. İyi yorum esastır.
Bir söz önemlidir. O sözün anlamı kadar nasıl ve ne amaçla söylendiği de iyi anlaşılmalıdır. Tatlı söz dostluk yaratır, acı söz kırıcıdır. Unutulması zordur.
Davranış çok etkilidir. Saydı, ikiyüzlülük yalancılık, özveri, yardım gibi iyi veya fena nitelikler sosyal hayat düzeni içinde yer alan ve dikkat çeken hareketlerdir.
Görüntü estetik içermiyorsa rahatsızlık verir. Her yerde her konuda güzellik, sanat göze çarpar. Bir çiçeğin, bir kentin, doğal manzaranın verdiği yaşam sevinci aynıdır. Önemli olan o mutluluğu zedeleyen hareketlerden sakınmaktır. Bu kişilere düşen bir görevdir. Bir ağacın altının, bir akan su kenarının, kentin tarihinin kirletilmesi yok edilmesi, çiçeklerin koparılması, ormanların kesilmesi, yakılması, çöplük yapılması ve sosyal hayattaki çok üzücü olaylar toplumun yaşam sevincini etkilemiyorsa bu durumda bir tehlike olduğunu sanmıyorum. 
İnsanlar parçası oldukları doğadan aldıkları hayat süresindeki yaşam sevincini kaybetmemek için çok eğitilmelidir. 
Bilinçsizlikle oturulan dal kesilmesin.
23 NİSAN ÇOÇUK BAYRAMI 
(1924)

Mis kokulu sabunun
Temiz ağız burunun
Ovaladıkça Köpürür
Baloncukları büyütür
Sevinirsin, gülen yüzün
Orda evreni görürsün
Sana gizlerini söyler
Yıldızlardan söz eder
Birisini paylaşırız
Bembeyaz aya yakışır
Sizin için dalgalanır
Atatürk’ün armağanı
Yirmi üç Nisan bayramı
Çocuklar haydi uyanın
Mis kokan sabunu alın
Temizlenip giyinin
İşim Bitti demeyin
Hatırlatın o tarihi
Varlığınızın temeli
İşte bu büyük savaştır.
Özgü yaşamak amaçtır.


23 Nisan 2018

UZUN YAŞAM


Uzun yaşamın bir anlamı olmalı mı? 
Bu bir şans mı? 
Yoksa boş geçmiş bir sürecin sonucu mu? 
Bu sorunun yanıtı, uzun seneleri geride bırakmış biri verebilir. O cevap hem biraz kişisel hem de hayatı basite indirgemiş olur. Uzun ömürde, insanların kendi karar ve davranışlarının da payı vardır. Çünkü aynı tip veya benzer olaylar birçok kimsenin başına geliyor. Ama etkisi ve tepkiler farklı oluyor. Hayatı her yönüyle bir bütün olarak kabul edenler, problemlere çözüm ararken paniğe kapılanlar kendileri zarar görüyorlar. Olay acı ve üzücü olsa bile karamsar olmuyorlar. Olgulara olumlu yaklaşanlar yaş almaktan korkmuyorlar. 
Belki eski sorumlulukları yüzünden erteledikleri heveslerini uygulama fırsatını buluyorlar. İleri yaşlarda bile olsa tatil yapmak veya sevdiği biri ile hoş vakit geçirmek. Monoton hayata renk katmak. Doktorların da önerdiği bir kür ve yasaların da tanıdığı hak oluyor.
İlerleyen tıp bilimi ile uzayan ömürler. Teknolojik buluşlar ve sosyal kurumsallaşmalar giderek halka ulaşıyor. Bu gibi zihinsel ve ruhsal problemleri önlenmesi için tıp yolu açık olmakla beraber. Hastalık haline dönüşmesine engel olabilecek bazı öneriler de oluyor. Bunların çocuğuna küçük yaşlarda başlanırsa daha iyi sonuç alındığı biliniyor. Toplum yaşamında yararlı kişiler olmak üzere bazı kavramları baskı yapmadan öğretirken çocuklara sanat dallarından birini önermeli, ilgi duydukları anlamağa çalışmalıdır. Ya da bir spor kolunda en enerjisini kullandırmalıdır. Bunlar vakti boş geçirmek değil. İleri yaşlar için yatırım yapmaktır. Bunu bilerek yazıyorum.
Çünkü ben de sonradan, görme engelli olmuş biriyim. 1926’da İstanbul’da doğmuş ve 2018’e ulaşmış 92 yaşında bir kadınım. Böylece hem yirminci, hem de yirmi birinci yüz yılda yaşamış oluyorum. 
Çocukluğumdan beri resim yaptım. Renkleri sevdim. Hayatımın bir bölümünü doldurdular. Yaptıklarımı beğenenlere vermek bir paylaşımdı. Sessiz ve ruhsal bir ileti şimdi.
Yaşam sürecimde bazı sağlık sorunlarım ve diyabetli olduğum anlaşıldı. 88 yaşıma kadar resmi bırakmadım. Fakat artık sadece siyahı, beyazı ve ışığı fark ediyordum. Görüntü ve renkler hayalde kalmış. Hayat sürüyordu. Resmin yerini yazı yazmak aldı. Elektronik bir ekran yardımıyla okuyup yazabilmem yaşamdan kopmamı önledi. Anılarımı düşündüklerimi yazmak istedim.

Resimde gördüğüm renkleri yazıya yansıtmak zordu. Bir bulmaca çözülür gibiydi. Çözülüşü az ve öz olmalıydı. En basit ve kolay sanılan yazı en çok karalama yapılandı.

Bazen hayaller, umutlar, dilekler ve gerçekler yaş almış kişilerin rüyalarına kadar sarkıyor. Bazı kere aranan yanıt bulunuyor. Heyecan dalgası uyku sislerini dağıtıyor. Yeniden aktiviteye geçmek için dört gözle yeni günün sabahı bekleniyor. Çünkü ileri yaştakiler de ortamdan kopmak istemiyorlar. Var olduklarını kanıtlamak için üretmek gerekiyor. Gün doğumu demek. Yeni fikir yeni umut ve mutluluk oluyor. Ben de bu uzun yaşam sürecimde, özveriyle bu mutlulukları tattıranlara maddi manevi her türlü desteği verenlere içten teşekkür ederken, görme engelime rağmen bana cesaret verdikleri için kendimi yazmaya adamayı düşünüyorum.