BÜYÜKANNE’ler ( 3 )
ANNEANNEM -1-
Altı yaşımdan beri hayatının sona erdiği 1942 yılına dek
ailece beraber yaşadığımız sevgili anneannem de örnek kişilerden biriydi. Onun
ilk ve tek kız torunu olmanın özelliğini tanımanın mutluluğunu tattım.
Nahide Arısan Hanım Edirne’li. Annesi Titiz Ayşe Hanım,
dayısı astım hastalığı nedeniyle “Dertli Musta Bey – Mustafa” diye anılıyorlar.
Babası Rıza Bey memur. İki kız kardeşi var. Dayı bey, dedelerden kalan olanakla
kendine kağir bir konak, kardeşine de iki katlı ahşap, sade fakat kaliteli
bahçeli bir ev yaptırıyor. Rukiye, Nahide, İsmet o evde büyüyorlar. Babaları
vefat edince anneleriyle başbaşa kalıyorlar. Biraz da zorluk çekiyorlar...
O dönemde tarihe geçmiş çalkantılı olaylar var.
Şevket Süreyya Aydemir’in “Suyu Arayan Adam” adlı kitabını
okurken daha ilk satırlarla irkiliyorum. Çünkü o olayı biliyorum. Dayı beyin
oğlu Nuri Bey fidye istenerek Bulgarlar tarafından dağa kaldırılıyor. Kurtarma
amacıyla gönderilen zaptiyenin açtığı ateşe karşı siper tutuluyor ve şehit
oluyor. Sayın yazarın çocukken izlediği cenaze töreni Nuri Bey’e ait ve konağın
bahçesinde gerçekleşiyor. Derdine dert katılan Musta Bey de çok yaşamıyor.
Geriye baba oğul evlendiği anne ile kızı kalıyorlar. Onlar için ise yeni bir
hayat başlıyor.
Yıllar sonra, Bodrum’da tanıştığım iki değerli hanımefendi
konağın fotoğraflarını gönderdiler. Kendilerine ulaştıramadığım teşekkürlerimin
borcunu taşıyorum. Anneannemin evini de gördüm. Yüksek bir duvardaki kapıdan
bahçeye giriliyordu. Ev soldaydı. Galiba iki katlıydı ve oldukça yıpranmıştı.
Orada Rukiye Hanım’ın onbir çocuğundan hayatta kalan tek kızı Hamdiye Teyze
oturuyordu. Geçirdiği asabi rahatsızlık sonucu öğretmenliği bırakıp bir
ineğiyle yalnız yaşamayı seçmişti. Kısa süren ziyarette binaya girişte sol
tarafta yer alan odaya aldı. Odanın bahçeye yönelik alçak duvarı tavana kadar yükselen bir camekan gibiydi. Duvar
boyunca uzanan sedire oturanlar kendilerini bahçede sanabilirlerdi. Oda
kapısının sağına şömine yapılmıştı, iki tarafında üst üste yükselen nişlere
herhalde saat, idare lambası, şekerlik gibi öteberi konuyordu. Sedirdeki
yastıklara, yerdeki minderlere işlemeli örtüler yayılmıştı. Anneannemin
bahsettiği kubbeli hamam tuvalet ve mutfak bölümü belki çok haraptı. Görmemizi istemedi.
Gönderilen mektup zarflarına: “Kadirihane Aralığı” diye not edildiğini
anımsıyorum. Hamdiye Teyze’min vefatından sonra kendini “Kırkpınar Ağas”ı diye
tanıtan biri takıntı olmuş, evin kendisine bağışlanmasını isiyordu. Nitekim
varislerin çokluğu ve kimsenin ilgilenmemesi sonucu hiçbir maddi, manevi bedel
ödemeden o eve sahip çıktığını biliyorum. Herhalde bir yolunu bulmuştu. Soran
sual eden de olmadı...
Nahide’nin el becerileri, kişisel ilişkilerdeki hoşgörülü davranışı, daha
çocukken bile belli oluyor. Beslediği kuşu, bir kargası var! Evi kirletmesin
diye ona kırmızı bezden don dikmeyi, tığ işi ve işlemeler yapmayı başarıyor.
Kardeşinin huysuzluğuna göz yumuyor, affediyor. Cömert. Yetenekleri yaşı gibi
ilerliyor; 18 – 19’una erişiyor.
Fakat, seneler başka hayatları da etkiliyor. Otuzunda yakışıklı
bir erkek olan İsmail Besim Bey, eşi vefat edince iki kızıyla yalnız kalıyor.
Yeniden yuva kurmak istiyor. Ancak dinsel ve sosyal gelenekler kadınlarla
erkeklerin serbestçe tanışmalarına engel. Bir çok aileye girip çıkan, gayri
müslim terzi hanım yardımcı oluyor. Edirne’de 18 – 19 yaşlarında biri var.
Söylentiye göre, oraya gidip ayarlandığı gibi anahtar deliğinden o hanımı
görecek. 15 yaşı geçtiğine göre “Evde kalmış!” biri mi, olabilir. Bakıyor. İçeride izlendiğinden habersiz, ince, nazik
güzel bir genç kız terzi hanımla konuşuyor. O anda aradığı hayat arkadaşının bu
kibar kız olmasına karar veriyor. Nahide Besim Bey’i görmüyor. O günün
törelerine göre nikah kıyılacak. Nahide işittikleriyle yetinip dayısı Dertli
Musta Bey’e nikah için vekalet veriyor.
Otuz yaşında iki
kızı olan İstanbul’lu bir adam. Ama kızların kaderi böyle! Uyuşabilirse ne
ala...
Hazırlıklar
başlıyor. Alınacaklar alınıyor. Bir yandan giysiler için kumaşlar seçiliyor.
Tüccarların Fransa’dan getirtip sattıkları açık pastel renklerin oluşturduğu
desenle bezenmiş uçuk mavi atlas, “paçalık” için uygun görülüyor. İpekli, simli
brokar kumaş daha önemli bir görev yapacak. Modaya göre kaç arşın almak
gerekiyor? Dikim işine başlanmalı. Beklenen gün gitgide yaklaşıyor. İşte geldi
bile!
Nahide’nin ince
belini daha da dar gösterecek balenli bel korsesi geldi. Arkadaki çapraz
kordonlar çekilip birleştiriliyor. Ve gelinliğini giyiyor.
İstanbul’da yeni
bir hayat başlıyor. Besim Bey ailesini kanatları altında toplamış sevecen bir
erkek. Nahide müşfik, özverili bir kadın. Bu uyumlu çiftin altı çocukları
oluyor. 5 kız ve bir oğlan. Dördüncü kızları ise ikiz. Yanında oğlan kardeşi
var. Dedemin ilk eşinden olan teyzelerim de o dönemde yuva kuruyorlar.
Baba evinin
bölümlerinde aynı çatı altında yaşıyorlar. Anneannemin ilk kızı 1899’da dünyaya
geliyor. Kısa aralıkla torunlar çocuklar aileye katılıyorlar. Kuşak farkı
gözetilmeden kız, erkek ayırımı olmadan 12 çocuk büyütülüyor. Ev halkı sayısı
yardımcılarla 22’ye ulaşıyor. O ortamda, düzeni sağlama sorumluluğu anneanneme
düşüyor. Yaradılışındaki barış severlikle aile birliği devam ediyor...
Anneannem çok ata
sözü bilir ve yeri geldikçe kullanırdı. Çok konuşmaz, dedikodu sevmezdi. Laf
getiren olursa: “Adın ne?
Reşit. Ne söyle, ne de işit” der ve olabilecek tehlikeyi önlerdi. Çalışkandı.
Boş durmazdı. Dikiş dikmeyi sever, hep bir şeyler üretirdi. Emeğine acımaz,
beğenmezse söker, yeniden yapardı. Ziyankar değildi. Merhametliydi. Yardım
severliği ile tanınmıştı. Kur’an, kitap gazete okur, yaptığı alış verişin
hesabını küçük defterine not ederdi.
Onu tanıdığım,
çok sevdiğim için, ne kadar mutlu isem, dedem Besim Bey’i göremediğimden dolayı
üzgünüm. Çünkü aydın fikirli bir insan olan o değerli baba her genç kız kafes
arkasında otururken, kızlarını, kız torunlarını da okutmuş, hepsini öğretmenler
olarak Türkiye Cumhuriyeti’ne adamış, Atatürk ilkelerine bağlı eğitimciler
arasında katmış. O dönemin gittikçe zorlaşan siyasal şartlarında 1899 doğumlu
kızı H. Efser İnal*, “İnas
Darülfünunu”nu (üniversite) bitiriyor, ilk tayin edilen Kimya Öğretmeni oluyor.
Annem 1901
doğumlu A. Saliha Erem yatılı okuduğu Çapa’daki Kız Muallim Okulu’nu bitirip,
Musevi okuluna Türkçe öğretmeni olarak atanıyor. Diğer kızları Saadet, Mahfuze,
Vedia, torunları Melahat, Nimet ile anneannemin yeğenleri Atiye, Kaniye ve
Samiye teyzeler, isimlerini yazmadan geçemiyeceğim Türkiye’nin fedakar uygar
kadın öğretmenleri. Onların yetişmesinde Besim Bey’in payı büyük. İstanbul
Fatih Çarşamba’da başlayan geniş aile ortamı, konak yanıp kül olana dek
sürüyor. Sonra aile birimleri kendilerine yeni düzen kuruyorlar. Ayrışsalar da
kopmuyorlar. Yaşam devam ediyor. Dedem Harbiye Nezareti “Bakanlığı” şube müdürlüğünden emekli olyor,
1924’de vefat ediyor. Annem ve teyzeler yuva kuruyorlar.
Anneannemin dokuz
torundan, benden sonra doğanların hepsini kardeş bildim. Anneannem artık olgun
bir hanımdı, 52 yaşına gelmiş, kilo almıştı ama aktivitelerini hiç bırakmadı.
Bizi etrafına toplardı. Yazlıklarda arabalara bindirir, gezmelere götürürdü.
1932’de babamın ricasıyla evinden ayrılıp hep beraber yaşama önerisini kabul
etti. Sevgimiz karşılıklıydı. 1939’da dayımı kaybettik. Oğlunun vefatının
acısını yastığıyla paylaştı. İmanına sarıldı. Kimseye belli etmedi. 1942’de
kısa bir hastalık sonucu vefatı benim ilk büyük acım oldu.
Dedem ve
anneannem geniş bir ailenin kaynağı, o değerli iki örnek insanı daima minnet ve
rahmetle anıyorum. Karacaahmet’teki aile kabristanında dünyada olduğu gibi, bir
çok aile bireyine kucak açtılar. Hepsinin mekanı cennet olsun. Nur içinde
yatsınlar.
*TRT’de İnas
Darülfununu belgeselinde Efser Teyzem hakkında benimle de söyleşi yaptılar.)