Tuesday, January 17, 2017

BÜYÜKANNE’ler (2)


BABAANNEM



Gülsüm Hanım, geçirdiği paralizi nedeniyle ömürünün son on yılını hareket edemeden yatakta bakım altında sürdürmüş. Onu hayal meyal hatırlıyorum. Gözümün önünde bir sahne canlanıyor; beni yanına çağırıyor. Garip bir çekingenlikle sokulmuyorum.

Bir süre sonra ise karyolası yerinde değildi. Babaannemi sorunca, “Cennet’te” dediklerini hatırlıyorum! Cennet’i dünyada bir yer sanmıştım. O zaman, insanlar yüzünü “Cehennem’e “ çevirmiyor, kötülük tohumları ekmiyorlardı. Şimdi ise, ben yıllar sonra, aslında çok hamarat, becerikli ve özgür biri başkalarına muhtaç kalınca, duyduğu acıyı çok iyi algılıyorum. O vakit babaanneme sevgimi gösteremediğim için üzülüyor, pişman oluyorum. Çünkü geçen zaman geri gelmiyor.

Gülsüm Hanım ile, Gelibolu Mevlevihane’sinde vekilharç olan eşi, dedem Ali Efendi’nin dört evlatları oluyor; Kazım, Nadire, Mustafa, Müveddet. Babaannem amcamın minik kızı Meliha’yı kendi çocuklarının küçük kardeşleriymiş gibi büyütüyor. Annesi Fatma Molla ile birlikte aynı evde yaşıyorlar. Çevresi geniş Gülsüm Hatun, özverili, çalışkan, başarılı, üretken bir kadın. Yuvasına mutluluk sunan kıymetli bir ana...Evini özenle çekip çeviriyor.

Ben altı yaşlarındayken o baba evini gördüm! Aklıma kazınmış görüntüler var. Vapur açıkta demirlemiş. Yanaşan sandaldaki kayıkçının kucağına yukarıdan bir top gibi bırakıldığımı anımsıyorum. Kıyıda küçük teknelerin yanaştığı ahşap iskele vardı. Biraz ilerde, kalacağımız evden bozma basit otel yer almıştı.

Aile evi ise deniz seviyesinden yüksek bir yerleşim bölgesindeydi. İki katlı, 6 – 7 odalı, bahçeli ahşap bir evdi. Biraz yıpranmıştı. Kimse oturmuyordu. Bir tür depo gibiydi. Kapıdan, sokak ve bahçeyle aynı düzeydeki taşlığa giriliyordu. Soldaki merdivenle çıkılan sofanın taşlığa dönük tarafı balkon gibi parmaklıklıydı. Kapıları kapalı iki oda ve tam karşıda bahçeye bakan büyük bir oda vardı. İçeride bir köşede sökülmüş duran tahta bir düzenek, duvara dayanmış büyük tabla, tepsiler, masa, ambar ve yerde çuvallar duruyordu. Kenarda tarım ve bahçe gereçleri görmüştüm. Tavandan kuru soğan, mısır, dolmalık biber, hevenkler sarkıyordu. Ev bazılarının işine yarıyordu. Babam merakımı giderdi. O “tahta karkas” büyük olasılıkla anneannesi Fatma Molla’nın dokuma tezgahıydı. Tablalarda, tepsilerde Bolayır’daki tarladan gelen bademler, ,üzümler, seçilmiş kavun, karpuzların çekirdekleri, nane, kekik, fesleğen gibi kokulu bitkiler kurutulup kilerde yer alıyorlardı.

Kışa hazırlık var. Hepsi emek istiyor. Şimdi sessiz kalan bu depoda bir zamanlar canlı bir yaşam sürülüyordu. Hayalimde o günlere ulaşıyorum; sabah Gülsüm Hatun’un annesi Fatma Molla bir köşedeki tezgahında beyaz ve renkli ipliklerle sağdan sola mekik dokuyor. Aile uyanmış. O evde kalorifer, otomatik çamaşır, bulaşık makinesi, elektrikli ayarlı fırın, buzdolabı, akar su yok. Ama sobası, mangalı, maltızı, siyah demir döküm kuzinası, kuyusu çeşmesi bile rahatlık sayılıyor. Babaannem işe koyulmuş. Kahvaltı hazır. Ortalığı derleyip topluyor. Merdivenlere serdiği beyaz kilimler lekesiz. Ev tertemiz. Mis gibi sabun kokuyor. Bulduğu ilk fırsatta gergefinin başına geçecek. Arada bir komşu da gelip bir şey sorabilir. Nihayet bürümcük örtüye işlediği özgün desenine sıra geliyor. Rengarenk ipekler ve incecik parlak simle renk uyumunu bulmak için gün ışığı önemli. Ama saat durmuyor, koşuyor. Daha demin oturmuştu. Çocukları çevresinde gülüp söylerek oynuyorlardı. Halbuki o yapacağı desene kaptırmıştı kendini...Eyvah! Akşam yemeği gecikecek! Fakat eşini sabırla bekletecek çareyi biliyordu. Bir tencereye tereyağını, bademleri, irmiği koyup kavurmağa başlıyor, Oğlu Mustafa dikkatle izliyor. İleride kendi yuvasında sevgili eşi anneme saptadığı ölçüleri ve yapılışını ögretiyor.
Böylece bir aile geleneği oluşuyor. Gülsüm Hatun ilerde felç olacağını bilemezdi. ama başına gelince olgunlukla sabretmeyi bildi. Evlatları ona segi ve özenle baktılar. On torunundan bazıları arasında çok yaş farkı vardı. Bugün o üçüncü kuşaktan onu görüp hayal meyal hatırlayan sadece ben kaldım. Fakat ondan kaynaklanan yetenekle sanata katkısı olan keman virtiözü, müzisyen, opera sanatçısı, balerin, karikatürist, fotoğraf sanatçısı, ressamlar, moda tasarımcıları ve bazı gizli kalmış becerilere sahip meslek mensupları yetiştiler. Bugün benim torunlarımın çocukları ve akranları, altıncı kuşağı oluşturuyorlar...

Şimdi Eyüpsultan’da ebedi aleme geçen o değerli anneyi, minnet ve rahmetle anıyorum. Torunu olduğum için övünç duyuyorum.


Mekanın cennet olsun Sevgili Babaannem.

No comments:

Post a Comment