BÜYÜKANNE’ler (2)
BABAANNEM
Gülsüm Hanım, geçirdiği paralizi nedeniyle ömürünün son on
yılını hareket edemeden yatakta bakım altında sürdürmüş. Onu hayal meyal
hatırlıyorum. Gözümün önünde bir sahne canlanıyor; beni yanına çağırıyor. Garip
bir çekingenlikle sokulmuyorum.
Bir süre sonra ise karyolası yerinde değildi. Babaannemi
sorunca, “Cennet’te” dediklerini hatırlıyorum! Cennet’i dünyada bir yer sanmıştım.
O zaman, insanlar yüzünü “Cehennem’e “ çevirmiyor, kötülük tohumları
ekmiyorlardı. Şimdi ise, ben yıllar sonra, aslında çok hamarat, becerikli ve
özgür biri başkalarına muhtaç kalınca, duyduğu acıyı çok iyi algılıyorum. O
vakit babaanneme sevgimi gösteremediğim için üzülüyor, pişman oluyorum. Çünkü
geçen zaman geri gelmiyor.
Gülsüm Hanım ile, Gelibolu Mevlevihane’sinde vekilharç olan
eşi, dedem Ali Efendi’nin dört evlatları oluyor; Kazım, Nadire, Mustafa, Müveddet.
Babaannem amcamın minik kızı Meliha’yı kendi çocuklarının küçük kardeşleriymiş
gibi büyütüyor. Annesi Fatma Molla ile birlikte aynı evde yaşıyorlar. Çevresi
geniş Gülsüm Hatun, özverili, çalışkan, başarılı, üretken bir kadın. Yuvasına
mutluluk sunan kıymetli bir ana...Evini özenle çekip çeviriyor.
Ben altı yaşlarındayken o baba evini gördüm! Aklıma kazınmış
görüntüler var. Vapur açıkta demirlemiş. Yanaşan sandaldaki kayıkçının kucağına
yukarıdan bir top gibi bırakıldığımı anımsıyorum. Kıyıda küçük teknelerin yanaştığı
ahşap iskele vardı. Biraz ilerde, kalacağımız evden bozma basit otel yer
almıştı.
Aile evi ise deniz seviyesinden yüksek bir yerleşim
bölgesindeydi. İki katlı, 6 – 7 odalı, bahçeli ahşap bir evdi. Biraz
yıpranmıştı. Kimse oturmuyordu. Bir tür depo gibiydi. Kapıdan, sokak ve
bahçeyle aynı düzeydeki taşlığa giriliyordu. Soldaki merdivenle çıkılan sofanın
taşlığa dönük tarafı balkon gibi parmaklıklıydı. Kapıları kapalı iki oda ve tam
karşıda bahçeye bakan büyük bir oda vardı. İçeride bir köşede sökülmüş duran tahta
bir düzenek, duvara dayanmış büyük tabla, tepsiler, masa, ambar ve yerde
çuvallar duruyordu. Kenarda tarım ve bahçe gereçleri görmüştüm. Tavandan kuru
soğan, mısır, dolmalık biber, hevenkler sarkıyordu. Ev bazılarının işine yarıyordu.
Babam merakımı giderdi. O “tahta karkas” büyük olasılıkla anneannesi Fatma
Molla’nın dokuma tezgahıydı. Tablalarda, tepsilerde Bolayır’daki tarladan gelen
bademler, ,üzümler, seçilmiş kavun, karpuzların çekirdekleri, nane, kekik,
fesleğen gibi kokulu bitkiler kurutulup kilerde yer alıyorlardı.
Kışa hazırlık var. Hepsi emek istiyor. Şimdi sessiz kalan bu
depoda bir zamanlar canlı bir yaşam sürülüyordu. Hayalimde o günlere
ulaşıyorum; sabah Gülsüm Hatun’un annesi Fatma Molla bir köşedeki tezgahında
beyaz ve renkli ipliklerle sağdan sola mekik dokuyor. Aile uyanmış. O evde
kalorifer, otomatik çamaşır, bulaşık makinesi, elektrikli ayarlı fırın,
buzdolabı, akar su yok. Ama sobası, mangalı, maltızı, siyah demir döküm
kuzinası, kuyusu çeşmesi bile rahatlık sayılıyor. Babaannem işe koyulmuş.
Kahvaltı hazır. Ortalığı derleyip topluyor. Merdivenlere serdiği beyaz kilimler
lekesiz. Ev tertemiz. Mis gibi sabun kokuyor. Bulduğu ilk fırsatta gergefinin
başına geçecek. Arada bir komşu da gelip bir şey sorabilir. Nihayet bürümcük
örtüye işlediği özgün desenine sıra geliyor. Rengarenk ipekler ve incecik
parlak simle renk uyumunu bulmak için gün ışığı önemli. Ama saat durmuyor,
koşuyor. Daha demin oturmuştu. Çocukları çevresinde gülüp söylerek
oynuyorlardı. Halbuki o yapacağı desene kaptırmıştı kendini...Eyvah! Akşam
yemeği gecikecek! Fakat eşini sabırla bekletecek çareyi biliyordu. Bir
tencereye tereyağını, bademleri, irmiği koyup kavurmağa başlıyor, Oğlu Mustafa
dikkatle izliyor. İleride kendi yuvasında sevgili eşi anneme saptadığı ölçüleri
ve yapılışını ögretiyor.
Böylece bir aile geleneği oluşuyor. Gülsüm Hatun ilerde felç
olacağını bilemezdi. ama başına gelince olgunlukla sabretmeyi bildi. Evlatları
ona segi ve özenle baktılar. On torunundan bazıları arasında çok yaş farkı
vardı. Bugün o üçüncü kuşaktan onu görüp hayal meyal hatırlayan sadece ben
kaldım. Fakat ondan kaynaklanan yetenekle sanata katkısı olan keman virtiözü,
müzisyen, opera sanatçısı, balerin, karikatürist, fotoğraf sanatçısı,
ressamlar, moda tasarımcıları ve bazı gizli kalmış becerilere sahip meslek
mensupları yetiştiler. Bugün benim torunlarımın çocukları ve akranları, altıncı
kuşağı oluşturuyorlar...
Şimdi Eyüpsultan’da ebedi aleme geçen o değerli anneyi,
minnet ve rahmetle anıyorum. Torunu olduğum için övünç duyuyorum.
Mekanın cennet olsun Sevgili Babaannem.
No comments:
Post a Comment