Friday, May 25, 2018

RAMAZAN



İslam aleminde mübarek olan Ramazan ayı, güneş takvimi sistemine bağlı olmadığı için senenin herhangi bir ayına denk gelebilir. Mevsim olarak yaz veya kış dönemleri 33 senede bir tekrar ayın aynı günü Ramazan olur.
Üç semavi din kitabında da oruç emri bulunmaktadır.
Orucun amacı insanları fenalıklardan sakındırma ve nefis denen içgüdüsel arzulara, sınır dışı isteklere gem vurma yolunun öğrenilmesidir.
Oruç sadece aş susuz geçirilmiş bir günün ardından mideyi birden doldurmak değildir.
Önemli olan gün boyu olaylar sırasında ‘oruçlu olduğunun bilinci içinde’ hareket edebilme başarısıdır.
Kin, nefret, öfke, eza, ceza, haksızlık gibi duygu ve davranışlardan uzak olabilmek, saldırıya geçmemek, düşünerek fenalıktan uzak kalmak durumudur. Budanefise kapılmamak adına orucun getireceği olumlu bir durumdur.
Hasta olanlar yolcular gibi geçerli nedenler yüzünden oruç tutmayanlara fidye ödeme hakkı tanınmıştır.
Elbette zaman içinde hayat koşulları inanılmaz derecede değişmiştir. Fakat Ramazan ayının gelenekleri değişmez.
Çocukluk ve gençlik çağımdaki Ramazanların kış ve bahar aylarına rastladığını hatırlıyorum.
Altı yaşlarında olmalıydım.Doğduğum ev İstanbul Beyazıt’ta ahşaptı. Kiracıydık. On kişilik birbirine bağlı bir aileydik. 
Rahmetli çok fedekar ‘Şayen Anne’ Ramazan  için hazırlık yapıyordu. Eşine bir daha rastlamadığım lezzetteki ‘tarhana çorbası’nın hamurunu hazırlamış güneşte kurutmak için küçük parçalara bölüyordu. İyice kuruyan tarhana toz haline gelecekti. Ramazan yaklaşıyordu.
Reçeller, salçalar, turşular kavanozlar içerisinde dolapta yerlerini alıyordu.
O gece Sahura kalkılacaktı. Sabaha karcı davulcunun sesi ile uyandım. Aşağıda kahvaltı masası hazırdı. İsteyen aileler yemek yerlerdi. Çalışanlar işlerine gitti ve evde kalanlar öğle yemeği yemeyince, biz çocukları siz ‘yarım gün orucu’ tutuyorsunuz diye kandırdılar.
Öğleden sonra mutfakta yemekler yapıldı. Sofra kuruldu. Ev halkının tabaklarının yanına misafir gelebilir ümidiyle bir servis daha konuldu. Sonra minik fincan tabaklarına çeşitli reçeller, peynir, zeytin, sucuk gibi iftariyeler dizildi. Çay ibriği demlik ocağa oturtuldu.Çay bardakları ayrı bir masaya dizildi. İftara az kalmıştı.
Ev halkı ellerinde sıcak pideler ve bir kutu güllaç ile geldiler. Herkes tamam olunca sofraya oturuldu. Topun patlaması bekleniyordu. (O zaman İstanbul’da iftar vakti top atılarak duyurulurdu ve haber vermeden bir akrabaya bir dosta iftara gidilir, Allah ne verdiyse onunla yetinilir, bolluk aranmadan sohbet edilir yakınlık sağlanırdı.)
Ramazan iyiliklerin, cömertliğin, dostluğun en belirgin olduğu aydı. Top patlayana dek az konuşulur, içten dua ve şükür edilerek yemeğe iftarlıklarla başlanır sonra sıra çorbaya gelirdi. Çorba genellikle Şayen Anne’nin yaptığı o nefis tarhana çorbası olurdu. Üzerine yağda kızdırılmış kırmızı biber ve kıyılmış beyaz peynir gezdirilirdi. İlk iftarda pastırmalı yumurta, köfte, dolma gibi et yemeği ardında ya pilav, börek veya sarma olurdu. En sonra ise tatlı yenir kahve ve çaylar içilirdi.
Ramazan geceleri minareler arasına ‘Mahya’lar kurulur, tiyatro eylence yerleri kalabalık olurmuş. Ama altı yaşında bir çocuk olarak hatırladığım evde yapılan iftar hazırlığı böyleydi.

No comments:

Post a Comment