Sunday, March 12, 2017

GÜNÜ DOLDURMA

Zaman göreceli bir kavram. Bilinç akıl ve yüreğe dayanan, gelişen bir olgu; ikisi de hayat boyu etkili, bazen aralarında çatışmalar olsa bile... Heves mi, yoksa görev mi daha önemli? İkisini de birden düşünmek ve not etmek hoş ve faydalı olmaz mı? Neden olmasın? İşte 81 yılın gerisinden gelen anılar, belgeler, fotoğraflar hep bir arada karşımda duruyorlar. Ancak belleğe çok güvenmemek gerekiyor. O dönemde marifetli cep telefonları ve internet yoktu. Teknoloji gelişiyordu fakat şimdiki gibi yaygın değildi. Dosyaları düzenlemek için kişisel emek verirken gözlüğümün camlarının buğulandığını ve büyütecin kafi gelmediğini fark ettim.

Galiba asıl sorun gözlerimdeydi. Sevdiğim renkli kağıtlar, kalemler, sulu boyalar, pasteller, palet, yağlı boya tüpleri, fırçalar ve spatüller yavaş yavaş geride kalıyordu. Onların yerini okuma yazma imkanı veren bir teknolojik ekran alıyordu. Hayatım radikal bir değişime uğramıştı. Artık özel bir sağlık merkezinde kalıyordum.

Kurucuları, yöneticileri, hemşireleri, sağlıkçıları, yardımcıları ve tüm emek veren özverili personeli ile hayatıma katkı sağlayan komşularıma teşekkürlerimle odama yerleştim. Özellikle bütün ihtiyaçlarımın karşılanması ve okuma ekranım beni mutlu ediyor. Artık yine okuyup yazıyorum, günümü değerlendirmek için saatlerce masa başına geçiyorum. Çok kıymetli sayın komşum beni; gözlerim kitapta, ellerim yazı kağıtlarında, dudaklarım arasında tutuğum sayfaları gülerek anlatıyor. Ancak dudaklarımdan veya elimden kaçırdığım sayfaların nereye uçarak düştüklerini bulmak için yardım gerekiyor.

Bütün dikkatime karşın bir sabah yürütecime tutunurken düşerek sol bacağımı kırdım. Daha çağrı yapmadan kameradan durumu gören iki genç nöbetçi hemşire hanım koşarak yetiştiler. Hemen önlem alınarak aynı gün hastaneye götürülüp ameliyat edildim. Dört gün sonra evim olan odama kavuştum. Fakat ne olmuştu? Benim okuma ekranım çalışmıyordu. Acaba onu terk ettiğimi mi sanmıştı? Bu olamazdı, onun eksikliği operasyon kadar önemliydi. Ekranımın bir an önce düzeltilip geri gelmesini dört gözle bekliyorum.

Düştüğüm günden beri bir ay geçti. Oldukça iyileştim. Bu gün ameliyatımı yapan sayın doktoruma kontrole gidiyorum. Hazırlandık, lobiye indik, salon tenha, çevremi görmesem de sesleri işitiyorum. Bir yandan oturan yaşlı bir hanımın sızlanmaları, içini çekerek dertlenmesi, ağlamasını işitiyorum. Acaba çocukken bayram günü için alınan süslü basma giysisini mi arıyor, geçmiş anıları için mi ağlıyor? Çok duygulu sevecen baş hemşire hanım yanına gelip onu sakinleştiriyor.

Dışarda telefon çalıyor, onu açan genç ve fedakar yardımcılardan birinin sevgilisinden gelen bir espriye karşılık sevinçle attığı şen kahkaha duyuluyor. Oturduğum koltuğun yanında biri var, devamlı aynı şeyi söylüyor; “ena mena dosi, dosi safran bosi, safran bos”...sonunu getiremiyor. Her halde bir çağdaşım olacak; tekerlemenin sonunu “fransız tos” diye bitiriyorum. Sanki o sözlerle beni çocukluğuma götürdü. Yerimizden kalktık, kapıdan çıktık, çok yoğun İstanbul trafiğine katıldık.

EVİM OLARAK BENİMSEDİĞİM Akasya Bakım ve Yaşam Merkezi sayın yöneticilerine hizmette kusur etmeyen tüm personeline ve sevgili komşularıma teşekkür etmeyi bir borç bilirim. 

4 Mart 2017


NİHAL EREM

No comments:

Post a Comment