GÜNÜ DOLDURMA
Zaman göreceli
bir kavram. Bilinç akıl ve yüreğe dayanan, gelişen bir olgu; ikisi de hayat
boyu etkili, bazen aralarında çatışmalar olsa bile... Heves mi, yoksa görev mi
daha önemli? İkisini de birden düşünmek ve not etmek hoş ve faydalı olmaz mı?
Neden olmasın? İşte 81 yılın gerisinden gelen anılar, belgeler, fotoğraflar hep
bir arada karşımda duruyorlar. Ancak belleğe çok güvenmemek gerekiyor. O
dönemde marifetli cep telefonları ve internet yoktu. Teknoloji gelişiyordu
fakat şimdiki gibi yaygın değildi. Dosyaları düzenlemek için kişisel emek
verirken gözlüğümün camlarının buğulandığını ve büyütecin kafi gelmediğini fark
ettim.
Galiba asıl sorun
gözlerimdeydi. Sevdiğim renkli kağıtlar, kalemler, sulu boyalar, pasteller,
palet, yağlı boya tüpleri, fırçalar ve spatüller yavaş yavaş geride kalıyordu.
Onların yerini okuma yazma imkanı veren bir teknolojik ekran alıyordu. Hayatım
radikal bir değişime uğramıştı. Artık özel bir sağlık merkezinde kalıyordum.
Kurucuları,
yöneticileri, hemşireleri, sağlıkçıları, yardımcıları ve tüm emek veren
özverili personeli ile hayatıma katkı sağlayan komşularıma teşekkürlerimle
odama yerleştim. Özellikle bütün ihtiyaçlarımın karşılanması ve okuma ekranım
beni mutlu ediyor. Artık yine okuyup yazıyorum, günümü değerlendirmek için
saatlerce masa başına geçiyorum. Çok kıymetli sayın komşum beni; gözlerim
kitapta, ellerim yazı kağıtlarında, dudaklarım arasında tutuğum sayfaları
gülerek anlatıyor. Ancak dudaklarımdan veya elimden kaçırdığım sayfaların
nereye uçarak düştüklerini bulmak için yardım gerekiyor.
Bütün dikkatime
karşın bir sabah yürütecime tutunurken düşerek sol bacağımı kırdım. Daha çağrı
yapmadan kameradan durumu gören iki genç nöbetçi hemşire hanım koşarak
yetiştiler. Hemen önlem alınarak aynı gün hastaneye götürülüp ameliyat edildim.
Dört gün sonra evim olan odama kavuştum. Fakat ne olmuştu? Benim okuma ekranım
çalışmıyordu. Acaba onu terk ettiğimi mi sanmıştı? Bu olamazdı, onun eksikliği
operasyon kadar önemliydi. Ekranımın bir an önce düzeltilip geri gelmesini dört
gözle bekliyorum.
Düştüğüm günden
beri bir ay geçti. Oldukça iyileştim. Bu gün ameliyatımı yapan sayın doktoruma
kontrole gidiyorum. Hazırlandık, lobiye indik, salon tenha, çevremi görmesem de
sesleri işitiyorum. Bir yandan oturan yaşlı bir hanımın sızlanmaları, içini
çekerek dertlenmesi, ağlamasını işitiyorum. Acaba çocukken bayram günü için
alınan süslü basma giysisini mi arıyor, geçmiş anıları için mi ağlıyor? Çok
duygulu sevecen baş hemşire hanım yanına gelip onu sakinleştiriyor.
Dışarda telefon
çalıyor, onu açan genç ve fedakar yardımcılardan birinin sevgilisinden gelen
bir espriye karşılık sevinçle attığı şen kahkaha duyuluyor. Oturduğum koltuğun
yanında biri var, devamlı aynı şeyi söylüyor; “ena mena dosi, dosi safran bosi,
safran bos”...sonunu getiremiyor. Her halde bir çağdaşım olacak; tekerlemenin
sonunu “fransız tos” diye bitiriyorum. Sanki o sözlerle beni çocukluğuma
götürdü. Yerimizden kalktık, kapıdan çıktık, çok yoğun İstanbul trafiğine
katıldık.
EVİM OLARAK
BENİMSEDİĞİM Akasya Bakım ve Yaşam Merkezi sayın yöneticilerine hizmette kusur
etmeyen tüm personeline ve sevgili komşularıma teşekkür etmeyi bir borç
bilirim.
4 Mart 2017
NİHAL EREM
No comments:
Post a Comment