Friday, June 23, 2017

YAZLIKLAR - 5


Tatil mevsimi, dinlenme zamanı olduğu kadar, sosyal yaşamı da etkiliyordu. Eskiden sevgi bağları kuvvetli olan kardeş, aile birimleri yaz aylarını beraber geçirmekten kaçınmazlardı. Çocuklara uygun bahçeli yerler seçilirdi.

Göztepe’de yan yana duran iki köşk ‘Hasan Hayri Paşa’ Ailesi’ne aitti.
Ev sahiplerimiz Mühendis Nejat Ergun Bey ile kız kardeşleri Melekper Kulakçı ve Öğretmen Nermin Ergun Hanımlar merhum paşanın torunlarıydılar. Diğer köşk
ise satılmıştı. İki bahçeyi ayıran alçak boylu duvarın bazı taşları dökülmüş ve ufak bir gedik açılmıştı.

Oğullarımdan iki buçuk yaşındaki Ömer etrafta tek başına dolaşır, dört aylık Faruk ise pusetinde uyurdu. Ben de onları izlerdim. Bazen duvarın öbür yanında şarkı söyleyen bir çocuğun sesi duyulurdu. Ara sıra ‘Tago neredesin?’ sorusuyla aranırdı. Bir ‘Buradayım’ yanıtı yakından gelmişti. Evet!.. Yıkık duvarın öbür tarafında çok güzel gözlü, bal gibi tatlı bir kız vardı. Beş yaşlarında olmalıydı. Ömer hayranlıkla ona bakıyordu. Sanki o masum şarkılar iki yalnız çocuğu arkadaşlığa çağıran davetiyelerdi... Yanlarına gittim, ismini sordum. ‘Taciser Özcan’ dedi.

Arkadaşlık başlamış yalnızlık bitmişti. İki minik çocuğun adımları komşuluk ilişkisinin nedeni olmuştu. Anneanne Bosna kökenli Sayın Mukaddes Sadıkoğlu ailenin çınarıydı. Taciser’in ve kardeşi Birgan’ın babaları Prof. Dr. Remzi Özcan, anneleri Sayın İlhan Özcan’dı. Taciser’in teyzesi Sayın Sahavet ve eşi Bankacı Müştak Bey ve kızları Sema yazları köşkte buluşurlardı.
Bana diyabet teşhisi koyan ilk doktor olan Sayın Profesörü ve bugün hayatta olmayan tüm Göztepe’li komşuları, tanıdıkları ve ev sahiplerimizi rahmetle anıyorum.

Göztepe bahçelerinden özgürce geçirilen ilk çocukluk süreci okula başlama dönemi olan yedi yaşta sorumluluğun başlangıcıydı. İlkokuldan sonra yabancı dillere ve kültüre önem veren liselere girmek isteyenler için seçme sınavları vardı. Kazanmak için yoğun çalışma gerekiyordu. O zorlu ve heyecanlı dönemi (1967) ve (1970) de yaşadık. Hem çocuklar, hem bizim için çok eziyetli bir devreydi. Ama emeklerin boşa gitmemesi sevindiriciydi. Oğullarımız ilk gençlik çağına geçmişlerdi.
Aslında ucu açık bir sistem olan eğitim süreci yeni başlıyordu. Hangi mesleğe yöneleceklerine kendileri karar vereceklerdi. Artık biraz daha özgürlerdi. Okumaya sınır yoktu. Ancak eğlenmek de önemliydi. Gezme, yüzme, spor, sinema ve konukseverlik de vardı. (1966) yılı alınmış olan ‘Anadol’ yurtiçi gezilere yaradığı gibi endişe verici denemelere de neden oluyordu.
Akranları olan yeni arkadaşları Cemil, Fikri, Bülent ve Şefik ile çeşitli aktiviteler günleri dolduruyordu. Denize duydukları ilgi artmıştı. Sahiller açıktı; Süreyya Plajı, Küçükyalı Kıyıları uygundu. Bir süre sonra Fenerbahçe’de sahipsiz, terk edilmiş ufak bir tekne bulmuşlardı. Onu alıp onarmaya karar vermişlerdi, balık tutmayı seviyorlardı. Bir sefer büyük bir kalkanla geldiler. İnanmak zordu; ‘Acemi şansı’ dediler ve sözlerine güvenilirdi. Son zamanlarda ev sahiplerimiz köşkün eskidiğinden söz ediyorlardı. Üzücüydü ama gerçekti. Artık bizi bırakıyordu. Uygun bir yer bulmalıydık. Büsbütün mü taşınacaktık? Emine kızımın törene döndürdüğü taşınma günleri ve dostluklar anılarda mı kalacak? Ufukta ayrılık mı var? Olabilir. Çünkü Emine de bir genç kız, yuva kurma zamanı, bir talibi de var. Almanya’da çalışan ‘Nihat Partak’ kızımızı uzağa götürecek. O da Sivaslı. Öz anneler düğün yapacaklar. Ben ve tüm aile nişan törenini (1973) senesi Eylül ayından önce Göztepe’de bahçede yapmayı düşünüyorduk.

 Emektar, yorgun, eski köşkü hüzünle değil, mutu bir olayla hatırlamak istiyoruz. Bunu çoktan hak etti. Nitekim de öyle oldu...


No comments:

Post a Comment