GEÇMİŞTEN GÜNÜMÜZE
Dünyaya gelen canlıların yaşam koşulları farklı oluyor.
Ömür süresini sadece, doğal gıdalarla beslenerek geçirmek ve o kadarıyla yetinmek, hayvanlara özgü bir hayat biçimi. Oysa insanlar toplum halinde yaşayan üstün varlıklar pek çok şeye ihtiyaçları var. En ilkel topluluklar arasında bile, mal değişimi olduğunu, tarih gösteriyor.
Bu alış-veriş sistemi zaman içinde ticarete dönüşünce, iki tarafında onayladığı sembolik değerli bir obje, araç olarak kullanıldı. Ve bu değer ölçütü olan nesne, para kavramı ilk örneğidir. Bu sistem dünya çapında yasallaşınca, para unsuru keşfedildi ve kabul gördü.
Artık parasız hiçbir alış-veriş veya işlem yapılmıyordu. Bu yüzden para kazanmak için çalışmak şart oldu. (Para) Kavramı önemli olunca onu temsil edecek maddeler arandı. Altın, gümüş, nikel gibi maddeler ve kâğıttan para yapıldı.
Artık her emeğin karşılığı olan gelirin nasıl kullanılacağını öğreten okullar, üniversiteler var. Fakat çocuklar, bu konudaki ilk eğitimi, yine aile ortamında alıyorlar. Örnek aldıkları kendi ailelerinin gelir kaynağı değişik olabilir. Asıl önemli olan yaşanan çağın genel anlayışı… Çünkü asırlar geçtikçe hayatta yenilikler oluyor. Çocukları gerçek hayata hazırlarken, onlara verecekleri kültür kadar önemli diğer faktör, kendi kendilerine yetmeyi öğretmek olmalı. Bu bilgilere para kavramı da eklenmeli. (Para)’nın bir ‘araç’ olduğunu unutmamalı. Gerekince sarf edilir veya paylaşılır. Hediye verilir.
Kumbaraya atılırken tutumlulukla cimriliği birbirinden ayırmalı. Para hayatın her evresinde lazım olduğu için tasarruf edilmeli.
Savurganlık ise hem kişisel hem de sosyal bakımdan zararlı bir davranış.
Ancak asırlar boyu dönem dönem meydana gelen siyasi olaylarla ekonominin temel yönü değişiyor.
19. Yüzyılda saltanat süresinde borçlanma
20. Yüzyılda Türkiye ‘nin kalınması için zorunlu ve planlı tasarruf ile 1939-1945 seneleri arasında, ikinci cihan savaşı yüzünden önce sıkıntılı kısıtlama ve dışardan yardım dönemleri yaşandı.
Evet kalkınma döneminde “Lüks”ümüz yoktu. Ama demir yollarımız. Fabrikalarımız yapılıyordu. Yerleşmiş eğitim sistemimizle gençler, bilime bağlı çağdaş okullarda öğrenim görüyorlardı.
1939-1945 yılları arası, ikinci cihan savaşının getirdiği felaketleri dışardan izlemek ve sıkıntı çekmekle geçti.
Bizde ise ekmek karne ile veriliyordu. Şeker yerine kuru üzüm, pekmez, bulama yeniyordu. Kumaş olarak pazen, basma da karneye bağlıydı. Elbiseler çeketler küçüklere göre ayarlanırdı. Gömleklerin yakası ters-yüz edilir. Ayakkabılar ‘pençe’ yapılırdı. Çoraplar yamanırdır.
Geceleri karartma vardı. İstanbul ise konumu dolayısıyla daha sakıncalıydı. Fakat savaşa girip şehit vermedik. Kentlerimiz bombalanmadı. Fabrikalarımız yıkılmadı. Bağımsızlığımızı, özgürlüğümüzü koruduk. Tutumlu olmak ve beraberlik içinde yaşamak zarar değil, yarar getirdi.
Şimdi 1926 İstanbul doğumlu, bilinçli biri olarak. Hayatı bilime dayandırarak ve ileriye dönük yaşamalı diye düşünüyorum. Yaşam sürerken para kazanmak için bir işte çalışmak şart. Fakat işsizlik bir sorun.
Şimdi bu sorunu aşmak için vatansever bütün gençlerimize sesleniyorum. Sizler, biz yaşlıların umudusunuz. Özverinizle, yurdumuzu selameti uğruna, el ele verip birlik beraberlik içinde yaşarken yeni fikirler, çözümler üretin.
Allah yardımıyla başaracağınıza inanıyorum. Allah’tan yolunuzu açık etmesini, içtenlikle diliyorum.
No comments:
Post a Comment