Tuesday, December 27, 2016

LALELİ’DEKİ EVİMİZDE YAŞAM


Laleli’deki evimiz bizi bekliyordu. O yedi  yılda millet olarak gerek sosyal, gerekse siyasal olaylara tanık olduk. Günlük hayatta vaktimizin çoğu okula ve derslere ayrılmıştı. Sabahları, Ayaspaşa’ da oturan sevgili arkadaşım Lüsi Çuhacıyan’la buluşuyor, okula yürüyerek gidip dönüyorduk. Yeni bir dil öğreniyorduk. Bazen geç saatte, odada tek başıma ders çalışırdım. Bir kere, garip bir sezgiyle başımı kaldırdığımı anımsıyorum. Evet! Yanılmamıştım. İki küçük yuvarlak, parlak göz panjurları saran dallar arasından bana bakıyordu. Doğrusu ürkmüştüm. Herhalde o da korktu ki bir anda kayboldu. O bir gelincikti. Ama şaşmamalıydım. Modern kent ortamı ne kadar farklı sanılsa da, doğal yasalardan bağımsız değildi. Ve o bağlantıyı gönüllü sürdürenlerin varlığı insanları robotlaşmaktan koruyor. Ara sıra da bir tavus kuşunun özgün çığlığı oldukça yakından duyulurdu. Onu kim, nasıl beslerdi?

Ama akşamları yerel giysileriyle sahneye çıkan ünlü türkücü Zehra Bilir’in sesinin nereden yansıdığı bilinirdi. Kristal Gazinosu.

Savaş koşulları, yokluklar, çeşitli sosyal gruplar oluşturdu. Anadolu’dan göçen yoksul gecekonducular çabuk zengin olmuş, açıkgöz istifçiler, günden güne zora düşen orta sınıf İstanbullu memurlar ve esnaf!
Gerçi T.L.’nin piyasa gücü düşürülmedi. İki buçuk lira bir değerdi. Lüsi ile yolda düşürülmüş olan iki buçuk lirayı görüp de, ‘Joli matmazel!’ diye peşimize takılan zavallı zenci kadına verdiğimizde sevinmişti. Biz de ortaklaşa alınmış piyango biletine 10 T.L çıkınca neye sarf edelim diye düşünmüştük.



Fakat, yaklaşan savaş tehlikesine karşı orduyu ayakta tutan hükümetin zorda kalışını biraz olsun paylaşmak için halktan beklenen ‘ Varlık Vergisi’ çıkarılmıştı.
Ne yazık ki, kısa sürede amacından saptırılarak rezalete dönüştürülen, haksızlıkların dostlukları yıktığına, sevgileri söndürmesine tanık olduk. 1942’de yaşadığımız o berbat uygulama döneminin utancı var. Okul arkadaşlarımın çoğu özellikle sevgili Lüsi ve ailesinin babalarının Aşkale’ye gönderilmesiyle duydukları eleme şahit olmam unutamadığım derin bir acı ve ulusumuz adına sürülmüş bir yüz karasıdır. Tarih bu gibi olayları affetmiyor. Ancak hayat durmuyor.

Savaşlar, katılsalar katılmasalar da dünya ülkelerini ve ulusları etkiliyor.
1944 senesi gibiydi. Alman hükümeti ile ilişki kesildi. Alman Lisesi kapandı. Benim bir, kardeşimin beş senelik Alman Okulu’ndaki eğitimimiz yön değiştirdi. 1945 - 46 senelerinde Türk Liseleri’ndeydik.

O dönemlerde Şişli ve Mecidiyeköy kırlık alanlardı. Şişli’de Bulgar Hastanesi’nin yanındaki sahaya yapılan yüksek binaların, köprülerin, yoğun trafiğin yer alacağı akla gelmiyordu. Mecidiyeköy likör fabrikasından sonra dut ağaçlarının çok yetiştiği bir sınır gibiydi. İyi havalarda ailece tramvayla son durak olan Mecidiyeköy’de iner, tepeleri, bayırları aşıp yürüyerek Ortaköy’e gelirdik.

Özellikle ılık ilkbahar günlerinde çiçeklerle donanmış yokuşta deniz gören bir yer seçip mola verirdik. O zaman teyzem çantasını açar, her birimizin isteğine göre aldığı muzlu , çilekli, limonlu, vanilyalı, nane aromalı krema ile tatlandırılmış çikolata paketlerini dağıtırdı.

O vakit tramvaylarda aktarmalı bilet sistemi başlatılmıştı. Ortaköy’de bindiğimiz tramvayın biletleriyle Karaköy’e gelir, aynı biletleri gösterip Taksim’den geçen başka birine binerdik.

Fakat o çağın İstanbul’u bugünle kıyas edilemez...Aradan 70 - 75 yıl geçti.
Bakıyorum. Ne çok ‘köy’ ve ‘yokuş’ ismi geçiyor. Demek eski bir geçmişte Karaköy de şehirden ayrı bir yerleşim semtiymiş!


Bir kaç yüzyıl sonra uzayda başka bir yıldız ortamında yaşanırken acaba bu dünya, bu ülkeler, şehirler ve yaşantı hatırlanacak mı?

No comments:

Post a Comment