Saturday, December 3, 2016




ESKİ BAYRAMLAR...

ÇEŞİTLİLİK VE BİRLİK...

ÖĞRETMENLER…








Dünyanın her bölgesinde yaşayan çeşitli renk ve ırktan insanlar farklı uluslar, dillere ve dinlere bağlı olsalar da, bayram töresi olmayan toplum yok. Değişik kurallarla, ayrı zamanlarda başka törenlerle kutlanan her bayramın kendine özgü bir nedeni ve anlamı olduğu için birleştirici, sevindiren bir etkisi oluyor.

Bazı şenlikler de bayram havasına bürünüyor. Bunların en yaygını ise yeni yıla girerken gösterilen coşku ve havai fişeklerle gökten yüreklere yağan ümit ışıkları...

Ay takvimine bağlı olan Ramazan ayı her mevsime rastlayabiliyor. Bizim evimizde oruç tutulurdu. Çocukken bir kış gecesi aşağıdan gelen çatal bıçak tabak seslerini duyup yataktan fırlamış, uykulu gözlerle Sahur'a kalkan büyüklerin yanına koşmuştum.

Sahur yemek yemenin sona ereceği sınırdan önceki saatti. Oruç tutan büyükler yemek yemez, kahvaltı ederlerdi. Sobada kızartılan ekmek ve pidelerin kokusu etrafa yayılırdı. Annemin beni: 'Hadi sen yarın yarım gün orucu tutarsın!' diye yukarı yolladığını anımsıyorum!

O zamanın çocuklarını kandırmak kolaymış! Şimdi öyle mi?

Ramazan'da iftarlar da çok önemliydi. O dönemde saati gelince top patlar, camilerin minarelerinin şerefelerinde ampüller yanardı. Bütün herkes o anda sofraya oturur ve yemeğe başlanırdı. İstanbul'da büyük camilerde iki minare arasına gerilen kafes gibi iplere, kablolara yerleştirilen mahyalar ampüllerle yazılırdı.

Şerefedekiler gibi onlar da aydınlanır, karanlık gökyüzünün boşluğunda 'Hoş geldin ey şehri Ramazan' veya başka mahya sözleri okunurdu. Elektrik olmadığı dönemlerde ise bu uygulama yağ kandilleri ile yapılırmış.

Bayramdan önce hazırlıklar olurdu. Konfeksiyon sanayii yok gibiydi. Giysiler diktirilirdi. Hediyeler alınır, Ramazan'da boşalmaya yüz tutan kilerler yenilenirdi. Konuklara sunmak için taze kahve, çay, soğuk içecekler, likör, çikolata, lokum, badem ezmesi, badem veya akide şekeri gibi ikramlar alınırdı. 

Tatlı dil hepsinden önemli ve üstündü. Temiz olan evler tekrar kıyı bucak elden geçirilirdi. Biz kalabalık bir aileydik. Akrabalar, dostlar, komşular gelir gider, kapı çalıp dururdu. Genellikle bayram ziyareti de hasta ziyareti gibi kısa olmalı denirdi.

Büyük teyzemle evlerimiz karşı karşıyaydı. Eniştem  babamdan 12 gün önce doğmuş. Bu bir şaka konusu olur, o daha büyük olduğu için önce onlara gidilirdi. Normal günlerde hep görüşmemize rağmen, bayram sabahları bizimkiler 'Hadi karşıya geçelim' derlerdi. Karşı, teyze evi demekti. Ciddi ciddi eller öpülür, kucaklaşılır, iyi dilekler sunulurdu. Çocuklara para verilmesi uygun görülmezdi. Alınan Royal marka çikolataları özel kutular içinde vermek geleneğin bir bölümüydü. Birkaç saat sonra onlar bize gelince çocukların gizli, muzip bakışmaları arasında tören tekrarlanırdı.

Bir zamanlar vatanımızın en önemli özelliklerinden biri çok çeşitlilik ve birlikti. Yurdumuzda 'Paskalya' ve 'Hamursuz' bayramlarının simgeleri olan hediyeler verilir, alınır, tebrik edilirdi. Çocukken eve pembe gaz bezine sarılmış, içi yeşil kağıt kırpıntısı döşeli sepetteki soğan kabuğu ile boyanmış kırmızı yumurtaları ve saç örgülü paskalya çöreğinin gönderildiğini anımsıyorum.

Kırkbeş yıl Musevi Birinci Karma İlkokulu'nda birinci sınıf öğrencilerine okuyup yazma öğreten teyzeme hediye edilen hamursuzları biz de yerdik. Kahvaltıda çok güzel olurdu. Özellikle Farukcuğum! Hala hatırlıyor.

Hamursuzlar eskiden yuvarlaktı, şimdi ise kare olarak yapılıyor. Bizim ramazan pidemiz gibi hepsi birleştirici bir simge...

Çağrışımlarla bugüne döndüm. Bugün 24 Kasım 2016 Öğretmenler Günü. Teyzem öğrencilerinin çocuklarını bile okutmuş, sevecen fakat disiplinli deneyimli bir öğretmendi.
Bazı komik olayları evde gülerek anlatırdı.

İlk günlerde okulu pek sevmeyen küçük bir oğlan: 'Terbiyesiz öğretmen!' diye teyzemin ellerine vuruyormuş. Tabii arkadaşları hepbir ağızdan 'Av! Av! diye ayıplamışlar. Ve hemen annesine olayı yetiştirmişler!

Ertesi sabah anne , baba pürtelaş özür dilemeğe gelmişler. Meğer ikisi de teyzemin eski öğrencileriymiş. Bu vesile ile tekrar kucaklaşmışlar.

Kardeşlerim de İsviçre'de, teyzemin orada bir mağazada satış yapan eski bir öğrencisi ile konuştuğunu anlayınca çok şaşırmışlar!

İşte öğretmenlik böyle bir meslek.

Bu anekdot da bu görevin etkisinin ne kadar yaygın olduğunun küçük bir kanıtıdır.

Atatürk ilkelerine bağlı, Cumhuriyet'imize hizmet vermiş, çoğunluğu öğretmen olan bir ailenin bireyi olma şansına sahip olduğum için mutluyum.

Geçmiş bütün öğretmenleri ve kendiminkileri minnet, saygı ve rahmetle anıyor, hayatta olan genç öğretmenlere aydın fikirli, ileri görüşlü, uygar ve çağdaş öğrenciler yetiştirmelerini diliyor, hepsine sevgi ve saygı sunuyorum.


No comments:

Post a Comment