Monday, November 14, 2016



İLETİŞİM


Yaratıcı’nın yarattığıyla iletişimi için var ettiği bu evrende canlılar, kendi türlerine göre aralarında ve diğerleriyle anlaşıyorlar... İnsanlar da, en ilkel çağlardan beri, haberleşme yolları aradılar. Toplum hayatı dilleri oluşturdu. İletişim için bazen bir kuş, bazen yoğun duman veya bir ıslık, ya da ateş araç seçildi. Uygarlık ilerledikçe, insanlığın ruhsal gelişimini sağlayacak ve Tanrısal iletişimin rehberleri olan kutsal kitaplar, geniş kitleleri etkileri altına aldılar.

Ne yazık ki, tanışmayı, anlaşmayı, birleşmeyi içeren iletişim amacından saptı. Din adı altında, kurumsallaşmış bir sistemin elinde değişti. Zulümlere, kan dökülmesine yıkımlara alet edildi. Vicdanlarda yer bulmadı.

Evet çok ilerleyen bilim ve teknolojiyle buluşlar oldu. İletişim ağı inanılmaz boyutlara ulaştı. Bugün, ben bile, Blog’la dünyaya açılabiliyorum! Tabii bunda oğlum M. Faruk Sile ile eşi Ayşen Gürel Sile’nin çok büyük destteği, payı ve emeği var. Onların teşvikleri ve uğraşılarıyla, yaşadıklarımla, büyüklerden dinlediklerimle, geçmişi bugüne getirebiliyorum.

Çocukken iletişim daha kısıtlıydı.
Tabii, telgraf, telefon, radyo, kitap, gazete, dergi, vapur, tren, tramvay, otomobil çağında doğdum. Elbette onlar kendi alanlarında iletişim araçlarıydı. Ancak medeniyetlere sahne olmuş, kültürlü, inançlı çok büyük bir ülkenin şehri İstanbul’dan söz ederken gerçekçi olmak istiyorum.

Cumhuriyetimizin ilk yıllarını ve olayları yaşamış olarak anılarım Blog’da yer alırsa ne kadar ilginç? Bilmiyorum. O vakit tüm dünyayı saran, haritaları değiştiren, kanlı savaşları yaşamış ulusumuzla yeniden kalkınıyorduk. Kadınları, erkekleri öğretmenler olarak, hizmet veren kalabalık bir aileydik. Görevleri dolayısıyla, aile birimleri İstanbul’da ve yakın semtlerde otururlardı. Birbirleriyle yakın iletişim içindeydiler. Olaylar, haberler, neşeler, üzüntüler paylaşırlardı. Bu özgün tarihli yaşlı kent, yorgun düşürülmüştü. Fakat sevgili Atatürk, çağdaşlaşma, ilerleme ve başarma aşısını damarlara zerk etmişti. Sanki bir iletişim şaheseriyle, ilkeleri ve devrimleri kabul ettirip ulusu diriltti. Artık hedef belliydi. İletişimi, sevgiyi, birliği engelleyen her türlü gerici akımlar, dildeki ağdalı sözcüklüklerle kısıtlanan uygarlık kapısı yeni ufuklara açılacaktı... O dönemin, özverili, idealist öğretmenlerini unutmadığım ve minnetle, rahmetle andığım gibi, bugünün iletişim olanaklarından yararlanan aydın fikirli Cumhuriyet ilkelerine bağlı olan eğitimcilere saygı ile teşekkür ediyorum.

Babam da hem bir hoca, hem de Türkiye’nin Belçika’dan mezun ilk elektrik mühendislerinden biriydi. Belediyede Fen işleri danışmanı olarak ve tesis kurulmasında görev alıyordu. O nedenle evimizde telefon vardı. Fakat çoğunlukla, küsmüş gibi suskun dururdu. Ancak babam aranınca zili çalardı. Ya biz? Kimsenin evinde telefon yoktu ki... Küçük yaşta tanıştığımız o araç küçük bir sehpa üstünde yalnızdı. O aparey siyah yuvarlak bir tabana yerleşmişti. Sıfırdan dokuza kadar sayıların dizildiği numeratör de oradaydı. Tam ortada dik duran siyah boru 15 – 18 santim boyundaydı. Huniye benzer bir ahizeyle sona ererdi. Ona konuşulurdu. Yandaki askıda duran kulaklık sesi dinlemeğe yarardı. Konuşma bitince yine yerine asılırdı. Kentlerde yaygın olmadığı için iletişim detaylı mektuplarla sağlanırdı. Önemli ve acele durum varsa telgraf çekilir, en az sayıda sözcükle havadis ulaştırılırdı. Teknik sorun mu vardı? Parasal gereklilik mi? Bilmiyorum. Fakat tanıdığımız bir annenin evladını merak ederek yazdığı mektuba gelen yanıtın: “Ölmedim” olduğunu anımsarken, durup dururken meraklanan annelere kıyasla, şimdiki annelerin evlatları için korkacak ne çok konular olduğunu görerek üzülüyorum.

İletişimin bir boyutu beyinle yürek arasında. O sorunların çözümü önemli.

Merhametin kaynağı ve sahibi “YARATAN” ile yaratılanın iletişimi ise içten gelen duygu ve DUA’larla...

No comments:

Post a Comment