KIŞLAR
Mevsimler de
değişiyor. Araştırmacılar bu farklılaşmada, insanların yaşama biçiminin ve
kullanılan maddelerin de etkisi olduğuna dikkat çekiyor. Kutuplarda, buzulların
bile çözülmeğe başladığını belirtiyorlar. Bu süreç uzun zaman alır sanılabilir.
Fakat ben, 90 yıldan bu yana, bu gelişmeyi fark edebildimse, uyarıların önemli
olduğu anlaşılıyor. Çocukken kışlar daha soğuk, baharlar ılık, yazlar sıcak
geçerdi. Mevsimlerin düzenli olduğunu anımsıyorum.
İstanbul’da
Beyazıt’ta üç katlı, 8 odalı, bahçeli, ahşap bir evde doğdum. Cumhuriyetimizin
kuruluşu ile başlayan kalkınma, devrimlerin uygulanması, çağdaş eğitime
geçilmesi, eski dönemi kapatsa da doğa şartları değişmemişti ki... Kış gelecekti!
Sonbahar
hazırlıkları başlardı. Damlar aktarılır, onarımlar bitirilir, odun kömür alınır
sobalar kurulurdu. Önceden hazırlanan tarhana, erişte, çeşitli meyvalardan
yapılan rengarenk reçeller kavanozlarla kiler dolaplarında yerlerini alırlardı.
Domates, biber salçaları kaynatılır. Ihlamurlar kurutulurdu. Sandık odasındaki
kışlık giysiler elden geçirilir, yazlıklarla yer değiştirirlerdi. Savurganlık
yapılmazdı. Küçülenleri giyebilecek çocuk yoktu. Tam bir sene sonra doğan
kardeşim erkekti. İkiz gibiydik. Giysi konusu beni sevindirecek yerde sıkardı.
Çünkü konfeksiyon gelişmemişti. Provalar uzun sürerdi! Acaba ‘’bulup da
bunamak!’’ mıydı? Dondurucu kışlarda saçaklardan kılıç gibi buzlar sarkardı.
Okula giderken, fanilemizin üstüne giysimizi, siyah önlüğümüzü, hırkamızı
giyerdik! Durun daha bitmedi. Çoraplarımızın üzerine de esnek kumaştan yapılmış
mısır tanesi gibi dizili düğmelerle iliklenen, bacak boyuna uygun ‘Getr’ denen
nesneler takılırdı. Yağışlı havalarda ise paltolarımızın üstüne ‘Gamsele’ denen
önü düğmeli, kapüşonlu, kemerli, mavi renkli yağmurluk geçirilir, şoson
takılırdı. (Tam teçhizat kıyafetimizle ‘Micheline’ marka lastik adama
benzerdik. Gözümde canlanan o görüntüye şimdi gülerken ‘saf mıydık?’ ‘Hanım evladı mı?’ diye şaşırıyorum.
Sobalar da çeşitliydi.
Birinci katta çıkılan ve inilen merdivenlerin önü camekanla kapatılmış, sofa
altı kapılı bir odaya dönüşmüştü. ‘Salamandra’ büyük kömür sobası oraya
kurulurdu. Arka bahçeye bakan günlük odada daha küçük sobanın önüne, çevresini
kuşatan bir metal korkuluk konulurdu.
Öndeki büyük
odaysa, mutfaktaki havagazı ile yakılan, mavi emaye kadranlı küşük bir ısıtıcı
yardımıyla ılınırdı. Kadran içine yan yana dizilmiş çok sayıdaki oyuklarından
dışarı baş uzatmağa çalışan sarı mavi alevcikler, boylarına bakmadan
görevlerini yapmağa çabalardı. Bu yüzden de gerekmedikçe yakılmazdı.
Şiddetli
kışlarda, dışarda duran ölçüm saatleri donmasın diye önlem alınır, bazen kapı
önlerinde biriken karlar kürekler açılırdı. Böyle sert bir kışta, gen. bir
öğretmen olan teyzem sarıp sarmalanıp bahçeye inmişti. Kardan adam yapacaktı.
İşe koyuldu. Kardeşimle pencereden izliyorduk. Bize gülücükler yollamasına
karşın ellerinin çok üşüdüğü belliydi. Buharlar çıkan nefesi ile ellerini
ısıtmaya çalışıyordu. Gözümüze çok büyük görünen gövde tamamlanınca, koca bir
top olan baş yerine oturdu. Klasik, kömür gözler, havuç burun ve portakal
kabuğu da adamı gülümsetti. Ponponlu külahını giydi. Ekose kaşkolü boynuna
dolandı. Uzun saplı süpürge yanında dayandı. Alkışlarımız ellerinin sızısını
gidermiyordu ama, bize ‘Kardan Adam’ verme mutluluğu yetmişti.
Soğuk ve uzun kış
akşamları, holdeki salamandra sobanınetrafında toplanırdık. Alt kapağın camları
ardında kırmızı, turuncu, sarı alevler oynaşırdı. Üstteki bombeli, parlak ve
süslü dökme demir kapak kaldırılınca, dizilip kebaplaşan kestanelerin
çıtırtıları, özel kapta patlatılan mısırların hoplayıp zıplama pıtırtıları ve
sonra portakal veya kavrulan elma kabuğunun esansı çevreye yansırdı. Dışarda
karlar savrulurken salepçinin, bozacının, helvacının melodik sesleri duyulurdu.
İlerleyen gecede, zaman zaman yaklaşan ve uzaklaşan bekçinin düdüğü güven
verirdi. O kış, her sabah baktım. Kardan adam küçülüyor muydu? A, a, a! Baş
yok! Külah ve kaşkol cıvımış kar içinde yerde sürünüyor, süpürge yere yatmış...
O yaz teyzem
evlendi. Kağızman’a gitti.
İstanbul da
değişime ayak uyduruyordu. Fakat daha iklimi şaşırtan gökdelenlere, yaygın
kalorifer sistemine, doğal gaza, kalabalığa, artan trafikle genişleyen şehir
sınırına ve sosyal sorunlara vakit gelmemişti. Biz de yavaş yavaş çocukluktan
çıkıyorduk. Kent içindeki bahçe iki – üç katlı ahşap evler gitgide azalıyordu.
Bir sürek sonra biz de babamızın yaptırdığı betonarme eve ailece taşındık.
Hayat sürüp gidiyor.
Bizim şahit olduğumuz en soon ve en sert kış 1987 yılının Mart ayı idi.
ReplyDeleteDünyanın düzeni bir insan yaşamı içinde ne kadar büyük bir değişim gösterdi.Torunlarımızın yaşamı içinde olabilecekleri düşünemiyorum...