Tuesday, November 15, 2016

KIŞLAR

Mevsimler de değişiyor. Araştırmacılar bu farklılaşmada, insanların yaşama biçiminin ve kullanılan maddelerin de etkisi olduğuna dikkat çekiyor. Kutuplarda, buzulların bile çözülmeğe başladığını belirtiyorlar. Bu süreç uzun zaman alır sanılabilir. Fakat ben, 90 yıldan bu yana, bu gelişmeyi fark edebildimse, uyarıların önemli olduğu anlaşılıyor. Çocukken kışlar daha soğuk, baharlar ılık, yazlar sıcak geçerdi. Mevsimlerin düzenli olduğunu anımsıyorum.
İstanbul’da Beyazıt’ta üç katlı, 8 odalı, bahçeli, ahşap bir evde doğdum. Cumhuriyetimizin kuruluşu ile başlayan kalkınma, devrimlerin uygulanması, çağdaş eğitime geçilmesi, eski dönemi kapatsa da doğa şartları değişmemişti ki... Kış gelecekti!
Sonbahar hazırlıkları başlardı. Damlar aktarılır, onarımlar bitirilir, odun kömür alınır sobalar kurulurdu. Önceden hazırlanan tarhana, erişte, çeşitli meyvalardan yapılan rengarenk reçeller kavanozlarla kiler dolaplarında yerlerini alırlardı. Domates, biber salçaları kaynatılır. Ihlamurlar kurutulurdu. Sandık odasındaki kışlık giysiler elden geçirilir, yazlıklarla yer değiştirirlerdi. Savurganlık yapılmazdı. Küçülenleri giyebilecek çocuk yoktu. Tam bir sene sonra doğan kardeşim erkekti. İkiz gibiydik. Giysi konusu beni sevindirecek yerde sıkardı. Çünkü konfeksiyon gelişmemişti. Provalar uzun sürerdi! Acaba ‘’bulup da bunamak!’’ mıydı? Dondurucu kışlarda saçaklardan kılıç gibi buzlar sarkardı. Okula giderken, fanilemizin üstüne giysimizi, siyah önlüğümüzü, hırkamızı giyerdik! Durun daha bitmedi. Çoraplarımızın üzerine de esnek kumaştan yapılmış mısır tanesi gibi dizili düğmelerle iliklenen, bacak boyuna uygun ‘Getr’ denen nesneler takılırdı. Yağışlı havalarda ise paltolarımızın üstüne ‘Gamsele’ denen önü düğmeli, kapüşonlu, kemerli, mavi renkli yağmurluk geçirilir, şoson takılırdı. (Tam teçhizat kıyafetimizle ‘Micheline’ marka lastik adama benzerdik. Gözümde canlanan o görüntüye şimdi gülerken ‘saf mıydık?’  ‘Hanım evladı mı?’ diye şaşırıyorum.
Sobalar da çeşitliydi. Birinci katta çıkılan ve inilen merdivenlerin önü camekanla kapatılmış, sofa altı kapılı bir odaya dönüşmüştü. ‘Salamandra’ büyük kömür sobası oraya kurulurdu. Arka bahçeye bakan günlük odada daha küçük sobanın önüne, çevresini kuşatan bir metal korkuluk konulurdu.
Öndeki büyük odaysa, mutfaktaki havagazı ile yakılan, mavi emaye kadranlı küşük bir ısıtıcı yardımıyla ılınırdı. Kadran içine yan yana dizilmiş çok sayıdaki oyuklarından dışarı baş uzatmağa çalışan sarı mavi alevcikler, boylarına bakmadan görevlerini yapmağa çabalardı. Bu yüzden de gerekmedikçe yakılmazdı.
Şiddetli kışlarda, dışarda duran ölçüm saatleri donmasın diye önlem alınır, bazen kapı önlerinde biriken karlar kürekler açılırdı. Böyle sert bir kışta, gen. bir öğretmen olan teyzem sarıp sarmalanıp bahçeye inmişti. Kardan adam yapacaktı. İşe koyuldu. Kardeşimle pencereden izliyorduk. Bize gülücükler yollamasına karşın ellerinin çok üşüdüğü belliydi. Buharlar çıkan nefesi ile ellerini ısıtmaya çalışıyordu. Gözümüze çok büyük görünen gövde tamamlanınca, koca bir top olan baş yerine oturdu. Klasik, kömür gözler, havuç burun ve portakal kabuğu da adamı gülümsetti. Ponponlu külahını giydi. Ekose kaşkolü boynuna dolandı. Uzun saplı süpürge yanında dayandı. Alkışlarımız ellerinin sızısını gidermiyordu ama, bize ‘Kardan Adam’ verme mutluluğu yetmişti.
Soğuk ve uzun kış akşamları, holdeki salamandra sobanınetrafında toplanırdık. Alt kapağın camları ardında kırmızı, turuncu, sarı alevler oynaşırdı. Üstteki bombeli, parlak ve süslü dökme demir kapak kaldırılınca, dizilip kebaplaşan kestanelerin çıtırtıları, özel kapta patlatılan mısırların hoplayıp zıplama pıtırtıları ve sonra portakal veya kavrulan elma kabuğunun esansı çevreye yansırdı. Dışarda karlar savrulurken salepçinin, bozacının, helvacının melodik sesleri duyulurdu. İlerleyen gecede, zaman zaman yaklaşan ve uzaklaşan bekçinin düdüğü güven verirdi. O kış, her sabah baktım. Kardan adam küçülüyor muydu? A, a, a! Baş yok! Külah ve kaşkol cıvımış kar içinde yerde sürünüyor, süpürge yere yatmış...
O yaz teyzem evlendi. Kağızman’a gitti.
İstanbul da değişime ayak uyduruyordu. Fakat daha iklimi şaşırtan gökdelenlere, yaygın kalorifer sistemine, doğal gaza, kalabalığa, artan trafikle genişleyen şehir sınırına ve sosyal sorunlara vakit gelmemişti. Biz de yavaş yavaş çocukluktan çıkıyorduk. Kent içindeki bahçe iki – üç katlı ahşap evler gitgide azalıyordu. Bir sürek sonra biz de babamızın yaptırdığı betonarme eve ailece taşındık. Hayat sürüp gidiyor.
Ama başka (Kardan Adamımız) olmadı!..


1 comment:

  1. Bizim şahit olduğumuz en soon ve en sert kış 1987 yılının Mart ayı idi.
    Dünyanın düzeni bir insan yaşamı içinde ne kadar büyük bir değişim gösterdi.Torunlarımızın yaşamı içinde olabilecekleri düşünemiyorum...

    ReplyDelete