Sunday, November 13, 2016

‘ONUNCU YIL’ dan BU YANA...


Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşundan beri 93 yıl geçti. Ben 90 senedir hayattayım. Demek (10’cu yıl) dan bu yana 80 yıl olmuş. Halbuki anılar ne kadar taze! Dün gibi. Hatta bazıları biraz daha eskiye dayanıyor. Altı - yedi yaşındayken Beyazıt Soğanağa Mahallesi’nde doğduğum ve o seneler yaşadığım ahşap evde, masaya serilmiş kırmızı ve beyaz kumaşları anımsıyorum.
Türkiye’nin Belçika’da eğitilmiş ve ilk elektrik mühendislerinden olan babam Hulki Erem yasal ölçülere uygun boyutlarda bir bayrağımız olsun istiyormuş. Elinde cetvel, pergel, açıölçer ve kalemiyle işaretler alıyordu. Diğer tarafta teyzem Singer marka el makinesinin önünde oturmuş kırmızı kumaşı ölçüp biçiyordu.
Ben daha okula başlamamıştım. Ancak kalabalık ve eğitimci bir ailede Cumhuriyetin özgür, gayretli ve umutlu havası evimize hakimdi.
1932-33 döneminde, Saraçhane’de, şimdi Belediye Sarayı’nın olduğu yerdeki İstiklal Lisesi’nin ilkokul bölümünün birinci sınıfına kardeşimle birlikte başladık. Milli Eğitimin en büyük kazançlarından biri olan Yeni Türk Alfabesiyle okuyup yazmayı çok kolay öğrendik. Okul eskiden kalma 20-25 odalı ahşap bir konaktı. Geceli, gündüzlü eğitim veriliyordu. Bina biraz yıpranmış olsa da, eğitim moderndi. Fizik, kimya laboratuvarları, dördüncü sınıfta başlayan Fransızca öğretimi ile spor yapılan bahçeleri vardı. Öğretmenlerimizi bizi kız erkek ayırımı yapmadan Cumhuriyet ilkelerine göre yetiştiriyorlardı.
O sene Cumhuriyetimizin Onuncu Kuruluş Yılı kutlanıyordu.
Coşku çok büyüktü.
Sınıfımızı süsledik. Tavanlar yüksek, pencereler dar ve uzundu. Krepon kağıdından perdeler yaptık. En uzun boylu arkadaşımız öğretmenimizle onları asarken bizler renkli kağıtlarla zincirler, şeytan minareleri yapıyor, bayraklar asıyor, şiirler, şarkılar öğreniyorduk...
Evde ise ayrı bir çaba vardı. Biz çocuklara parıltılı maytaplar, balonlar, renkli mumlar, kağıt fenerler, bayraklar alınmıştı.
Evimizin önü küçük bir meydan gibiydi. Ön yüzeyimiz bir dizi ampulle aydınlatılacaktı. Marangoz gelmişti. Tahtaları kesiyor, meydana yönelik olarak vidalanıyordu. Onlara sıralanacak ampuller, cumhuriyetin gerçek ışığını yansıtan, ruhları, beyinleri, ülküleri, ufukları genişleten simgelerdi...
Beyazıt bir merkezdi. Çevredeki anayollarda, ahşap taklar kuruluyor, üzerleri defne ve çam dalları ile kaplanıyor, bayraklarla çiçeklerle donatılıyordu. Cumhuriyet sevincini, sevgisini ifade için herkes bir yol arıyordu. Vatan düzeyinde katılım ve coşku insanları sarmıştı.
Tabii, Taksim Meydanı” da heykeli ile törenlerdeki yerini alırken, o zamanki İstanbul nüfusuna göre yeterliydi.
Ben yedi, kardeşim altı yaşındaydık. Anne ve babamız, bizim Beyazıt, Divanyolu Sultanahmet arterindeki törenleri izlememizi uygun bulmuşlar. Sabah erkenden uyandık. Giysilerimiz hazırdı. “Onuncu Yıl”ı kutlamağa gidiyorduk...
Biz artık okulluyduk. Büyümüştük (!) ya...Kendimiz giyindik. Dışarı çıkıldı. Sokaklar kalabalıktı. Babamın görevli olduğu, Divanyolu’ndaki binaya geldik. Pencere önünde yerlerimizi aldık. “Onuncu Yıl” marşı çalınıyor, bando sesleri duyuluyordu. dışardaysa heyecanlı kalabalığın uğultusu vardı. Sanki her şey birden sustu! Ve bir şakırtı koptu:
Millet içtenlikle ordusunu alkışlıyordu!..
Askeri Birlikler görünmüştü. Tören alanımıza giriyordu.
Gençlik art arda geliyordu.
Üniversiteliler, Askeri Okullular, liseliler, kız, erkek, tüm sporcu, çağdaş, eğitimli, kalkınmaya azimli kuşaklar...
Onları yetiştiren Cumhuriyetin ve öğretmenlerinin eseri...”Onuncu Yıl”
Sanayi kalkınmasını hedef alan sektörler etkinliklerinin alanlarını kamyon kasalarında sergiledikleri hareketli gösterilerle tanıttılar. Gece fener olayları ve Cumhuriyet Balosu...
Devamı ise kitaplar, gazeteler, dergiler, radyo konferansları, tiyatro, sinema, sergi, konser ve –cep telefonu, tv, internet olmadığı için- dostça sohbet edebilen, gülebilen, çalışabilen en umutlu bir topluma dönüşme emelleri. Uygarca, kadın, erkek sosyal hayatta eşitliğin sağlanması...
Bugünden geriye bakınca, 80 yıl geri gidiyorum. Elbette o törenler çok basitti. Ama kalkınıyorduk. İlerliyorduk. Dünya gözünde saygındık. Örnektik. Halkın alın terinin gösteriş için sarf edilmesini isteyen de yoktu. Kutlama içten geliyordu. Has idi. O günleri yaşadığım için mutluyum.
10 Kasım 1938” milletimiz için çok büyük bir acı ve dünya çapında bir kaybın tarihi oldu. Atatürk’ün vefatının elemini yaşadık. Dünyadaki insanlar Birinci Cihan Savaşı’nın dertlerinden ders almamış gibiydiler. Aile büyüklerimiz radyo başında heyecanla haberleri dinlerken, biz çocuklar, yaklaşan ilkokulları bitirme sınavlarının peşine düşmüştük. Doğrusu şu ki, işin önemini anlamıyorduk. Pek de umursamıyorduk!
1939 da İkinci Cihan Savaşı patladı!
Savaşın acılarını yaşayarak bilenler, sevgili Atatürk’ün koyduğu “Yurtta ve Cihanda Barış” ilkesinin önemini hiç göz ardı etmediler. İnönü’nün ve arkadaşlarının doğru öngörüleri, askerimizin kudret ve cesaretiyle, ulusun beraberliği, yurdu kana bulanmaktan korumuştu.
Tabii, korkular, sıkıntılar, bazı yokluklar da oldu.
Bizim eğitim hayatlarımızın yönü, bir ölçüde değişti fakat, vatanın özgürlüğü, bağımsızlığı uğruna, kan pahasına kazanılan Cumhuriyetimizi ileriye dönük bakış açımızı elde ettiğimiz laikliğimizi, uygarlığımızı yitirmek, eğitim sistemimizi, çoğulcu yönetim tarzımızı, demokrasimizi başka yönlere çevirmek, kadın ve çocuk haklarını kısıtlamak, yasalara uymamak, benim gibi 91 yaşından gün alan, gözleri ancak %10 görebilen yaşlı bir kadın için, yüreğe saplanan kızgın bir demir olur.
Ben Ekim ayını severim. Toprağa ekersiniz. Büyür. Bereket getirir. Annem, ben ve kardeşim de bu ayda doğduk. Anlamlı ve değerli Cumhuriyetimiz de bu ayda kuruldu. Gerçi biraz hüzünlü, yağışlı, kışı anımsatan bir havası var, ama yurdumuzun serveti olan ormanlara ilişilmezse o ağaçlar eşsiz güzellikte renk tonlarına bürünür, senenin son şöleninden birini sunar.
Yarın 29 Ekim 2016.
Daha nice “29 Ekim”leri, benim de yaşadığım gibi, birlik beraberlik, huzur, sağlık ve sevgiyle sürdürmeniz dileğiyle.
Nihal Erem
Akasya Sağlık Merkezi
Maltepe, İstanbul

28 Ekim 2016

No comments:

Post a Comment